Anadolu’da neredeyse
her köyde, kasabada ve hatta dağ başlarında bulunan ve “eren” tabir edilen
yatır veya evliya mezarları vardır. Bunların hepsinin de farklı farklı
hikayeleri bulunur. Ancak hepsinin de ortak bir noktası vardır ki; kime
sorarsanız sorun orada yatan bu yatırların yani erenlerin adları Horasan Erenidir.
Ulu zirveleri, ıssız yol boylarını, ovaları ve ormanları
kendilerine mekan tutan bu kişiler Horasan Erenleri adlarını nereden alırlar,
nereden gelmişlerdir? Sıkça adını duyduğumuz İran’dan Anadolu’ya, Balkanlara kadar Türklüğün ve İslam’ın
bayraktarlığını yapan Horasan Erenleri kimlerdir? Kökleri kime ve neye dayanır?
Nasıl ortaya çıkmışlar ve hangi amaçlarla hareket etmişlerdir? Bu erenlere
adını veren Horasan neresidir? Türk ve İslam tarihindeki yeri ve önemi nedir?
Horasan farsça güneşin yükseldiği yer
anlamına gelmektedir. Günümüzde İran devletinin üç eyaletinin adı olan Horasan, eskiden bugünkü İran, Afganistan, Tacikistan,
Türkmenistan ve Özbekistan devletlerinin bazı bölgelerini içine alan geniş bir
coğrafyanın adıydı.İslam coğrafyacılarının genellikle anlattıklarına göre
doğudan Huttel, Gur ve kısmen Sicistan ( Sistan ); güneyden Deştilût ve Kirman
ile Rey arasındaki Fars toprakları; batıdan Deştikevîr’in batı kısmı ve
Taberistan ile Cürcan; kuzeyden de Türkmenistan’ın bir bölümü, Hârizm ve Mâverâünnehir
tarafından çevrilmiştir.
Bu
bölgenin bizim için en önemli özelliği tarihin her döneminde yoğun bir Türk
nüfusunun burada bulunmuş olmasından dolayıdır. Horasan bölgesi Halife Ömer zamanında İran’ın
fethedilmesinin ardından Arap
ordularının yeni hedefi olmuş, ancak bölgenin işgali ve Araplar tarafından ele geçirilmesi
hiç de kolay olmamıştır. Bir kısmı Halife Ömer zamanında ele geçirilen Horasan
bölgesinin İslam orduları tarafından fethi Halife Osman döneminde tamamlanmıştır.
Türklerin
İslamiyet ile tanışmaları Arap orduları
vasıtasıyla olmuştur. Yaklaşık olarak 70 yıl boyunca Türkler ve Araplar
arasında savaşlar yaşanmış, birlik olamayan Türk boyları güçlü Arap orduları
karşısında mağlup olmuşlardır. Türklere uygulanan baskılar neticesinde İslamiyet’i
seçen Türk boyları bu baskıların kalkması veya azalması ile tekrar eski atalar dinine dönmüşler, hatta
Hazar Türkleri sırf Araplara olan hınçlarından dolayı Yahudi dinine
geçmişlerdir. Müslüman olmayan Türklere ağır vergiler konulması, Türk ailelerin
Arap ailelerle evlerini paylaşmaya zorlanması, Müslüman olmayan Türk
kadınlarının ve kızlarının odalık, cariye adı altında köle pazarlarında
satılması, Müslüman olmak istemeyen
erkeklerin köle yapılarak Irak, Suriye ve Arabistan gibi ülkelerde satılması ve
yeni Müslüman olan Türklere [Mevali-Köle] denilmesi de Türklerin Araplara ve
dolayısıyla İslam dinine mesafeli olmalarına neden olmuştur. Bu ve buna benzer
yoğun Arap baskıları Türk boyları arasında İslamiyet’in hızla yayılmasını
engellemiştir.
Yukarıda
anlattığımız nedenlerle uzun yıllar boyu Türk ve Arap ilişkileri çok sancılı
bir süreçten geçmiştir. Ancak bazı nedenlerden dolayı bu sancılı ilişkiler gün
gelip ortak düşmanlara karşı işbirliğine dönmeye başlayınca bu defa da
Maveraünnehir ve Horasan bölgesindeki Türklerin hızla Müslümanlaştıklarını
görmekteyiz. Yeni din ile ortaya çıkan yeni akımlar da Türk boyların arasında
yaygınlaşmaya başlamıştır.
Türk tasavvuf tarihine bakıldığı zaman Sufilik
geleneği olarak adlandırılan akımın Türkistan Sufiliği, Horasan Sufiliği ve Rum
yani Anadolu Sufiliği olarak üçe ayrıldığını görmekteyiz. Türkistan Sufiliği
dediğimiz akım ilk olarak Batı Türkistan’da ortaya çıkmıştır. İlk sufiler keşif sahibi insanlardı, mala mülke değer vermezler, bazen
çıkınları bile olmadan gezer ve gittikleri yerlerde insanları dini yönden aydınlatırlardı.
Horasan sufiliği dediğimiz akımın öncüsü daha
doğrusu kurucusu Hace Ahmet Yesevi’dir. 1093 yılında Sayramşehrinde doğan ve
1166 yılında Yesi köyünde vefat eden Hace Ahmet Yesevi, babası İbrahim Şeyh ve Arslan
Baba'dan tasavvuf eğitimi aldı ve hocasının
ölümünden sonra Yusuf Hemedani'nin
yanında eğitimini tamamladı.
İslam
ile tanışmaları esnasında Türkler kendilerine dayatılan Arap kültürü ile adeta
bunaltılmıştır. Özellikle Emevi
halifeleri ve komutanları Türkleri zorla Araplaştırma çabasına girişmişler,
İslam adı altında Arap yaşam tarzını Türklere dayatmışlardır. Arap ve Fars kültürlerinin
Türk Milletine dayatılması Hace Ahmet Yesevi tarafından fark edilmiş
talebelerini halkın içine salarak geleneksel Türk kültürünün yaşaması için
gayret göstermiştir. Özellikle kendisinin yazdığı ve daha sonra Divan-ı Hikmet
adıyla kitaplaştırılacak olan şiirlerini halk meclislerinde okutturmuştur. Hace
Ahmet Yesevi’nin Hikmetleri yoğun bir kültür emperyalizmi yaşayan Türkler
arasında düşünce, dil ve inanç birliği konusunda adeta birleştirici bir etki
oluşturmuştur.
Türkistan'da faaliyetlerini sürdüren
Ahmed Yesevî'nin yolu zamanla Yesevîlik adını aldı. "Horasan
Okulu" olarak da
adlandırılan tasavvuf akımının en önemli temsilcisi olan Hace Ahmed Yesevî'den adını alan Yesevîlik yolu, Türklere İslâm'ı ve dervişliğin yollarını öğretmeyi amaçlamıştır. Bunun için İslâm inancını, Türk gelenek, inanç ve yaşam tarzı ile
sentezleme yolu seçilmiştir. Diğer bâzı âlimlerin yaptığı gibi kendisini belli
bir alana hapsetmeyip inandıklarını ve öğrendiklerini yerli halka ve göçebe köylülere
onların kendi anlayabilecekleri bir lisan ve alıştıkları yöntemlerle anlatmaya
çalışmıştır.Mensup olduğu Türkmen toplulukların duygu, düşünce ve
eğilimlerini çok iyi bilen Hace Ahmet Yesevi, eski Türk inanç sisteminin pek
çok unsurunu yaşamakta, yaşatmakta ve İslam’la bütünleştirerek farklı şekiller
altında sürdürülmesi için yeni yollar geliştirmekteydi. Sadece bulunduğu çağa
ve coğrafyaya değil, çağlar ötesine ve sınırların dışına hitap eden Hazreti
Piri Türkistan Hace Ahmet Yesevi Ata yetiştirdiği ve kaynaklarda 96 bin olarak
yazılan talebesini özellikle Türklerin yoğun olarak yaşadığı yerlere göndermiş,
onun ölümünden sonra da öğretisini devam ettiren talebeleri Horasan Erenleri adını
alarak Türk Milletinin içinde ayrı bir yere sahip olmuşlardır. Ahmed Yesevi'nin müridleri ve
takipçileri ölümünden önce ve ölümünün sonrasında, 12. yy ortalarından itibaren
diğer bölgeler gibi Anadolu'ya da gelerek görüşlerini yaymaya devam ettiler.
Anadolu'nun Türkleşmesinde büyük emekleri geçmiş olan Horasan Okulu,
yetiştirdiği birçok alimi dağınık Türkmen aşiretlerine yollamış, bu alimler de devlet ve millet
olma kavramlarının içini doldurmak için çalışmışlardır.
Horasan
Okulundan çıkan Yesevilik çıktığı Türkistan’dan dalga dalga bütün Türk
yurtlarına ulaşmış, Kıpçak yurtlarından Azerbaycan’a, Anadolu’ya, hatta
Hindistan’a kadar yayılmıştır. Bu inanç kültürünü bu kadar geniş bir coğrafyaya
ulaştıranlar ise Horasan Erenleri olmuştur. Anadolu Selçuklu sultanlığı
zamanında Abdalan-ı Rûm olarak adlandırılan bu dervişler Osmanlının kuruluşunda
da aktif olarak rol oynamışlardır. Mesela pek çok efsaneye konu olan Sarı
Saltuk –ki kendisinin tahta kılıçla cihat ettiği rivayet edilir.- daha Anadolu
Selçuklu Devleti zamanında Balkanlara geçerek adeta Osmanlının fütuhatına
zemin hazırlamıştır.
Hace
Ahmet Yesevi tarafından yetiştirilen ve halk arasında kendilerine Horasan
Erenleri denilen bu dervişlerin her
türlü meslek kollarında çalıştıklarını görmekteyiz. Değirmenci, demirci, aşçı,
nalbant, debbağ, çoban ve benzeri meslek kollarında gördüğümüz Horasan Erenleri
aynı zamanda Ahiyanı Rum, Anadolu Ahiliğinin (Anadolu Esnaf Birliğinin)de
kurucularıdır. Sulucakarahöyük’te
tekkesini kuran Hace Bektaşı Veli’de bir Horasan Ereni olup, Hace Ahmet
Yesevi’nin talebesi ve halifesi Lokman Perende’nin halifesidir. Hace Bektaşı
Veli’nin bir diğer adı Hünkar Hace Bektaşı Horasani’dir. Moğolların Anadolu ve
İslam beldelerini işgalleri esnasında en büyük direnişi gösterenler temeli
Horasan Erenleri olan Rûm Abdalları olmuştur. Bu dervişler özellikle devlet
otoritesinin bitme noktasına geldiği işgal yıllarında halkı
teşkilatlandırmışlar; kurdukları gizli gerilla teşkilatları ile Anadolu
Türklüğünün bitmesinin önüne geçmişlerdir. Kendisi de bir Horasan Ereni olan
Ahi Evran yani Şeyh
Nasırettin Mahmut el Hoyi’nin eşi Fatma Bacı’da kurduğu Bacıyanı Rum (Anadolu
Bacı) teşkilatı ile Anadolu kadınlarını, gerektiğinde düşmanlara karşı
vatan savunmasında eşlerinin yanında mücadele etmesi ve gerektiğinde de
kültürde, sanatta, edebiyatta, sosyal ve ekonomik alanlarda kalkınıp
gelişmesini sağlamak için teşkilatlandırmıştır. Anadolu Kadınlar Birliği,
kadınlar arasındaki yardımseverliğin, konukseverliğin, doğruluk ve
merhametliliğin gelişmesine katkı sağladığı gibi Türk dilinin, Türk kültürünün
ve İslam anlayışının kadınlar arasında yayılmasını hızlandırılmıştı.
Anadolu Kadınlar Birliği, Ahilerin kadınlar kolu olarak yetim ve kimsesiz genç kızları himayesine almış, onların eğitimlerinden, ev-bark sahibi olmalarından sorumlu olmuşlardır. Bunun dışında kimsesiz ihtiyar kadınların bakımı, genç kızların evlendirilmesi gibi birtakım sosyal hizmetlerde bulundular, maddi sıkıntı içinde olanlara yardım elini uzatmışlardır.
Anadolu Kadınlar Birliği, Ahilerin kadınlar kolu olarak yetim ve kimsesiz genç kızları himayesine almış, onların eğitimlerinden, ev-bark sahibi olmalarından sorumlu olmuşlardır. Bunun dışında kimsesiz ihtiyar kadınların bakımı, genç kızların evlendirilmesi gibi birtakım sosyal hizmetlerde bulundular, maddi sıkıntı içinde olanlara yardım elini uzatmışlardır.
Müslüman bir Türkü diğer Müslüman milletlerden
ayıran en önemli özelliği akıl, mantık, bilim ve felsefeyi bilmesi ve
kullanmasıdır. Aklının ve mantığının kabul etmediği, yaşam felsefesine uymayan,
bilimin sorguladığı hiç bir şeyi Müslüman bir Türk'e kabul ettiremezsiniz! Çünkü
bir Türk Allah’ı dahi aklı ile arar. İşte Hace Ahmet Yesevi'nin kurduğu Horasan
Erenleri ekolü budur. Yani her şeyden evvel körü körüne birilerine yani
şeyhlere, mollalara inanmak değil, aklı ve mantığı ile dinin gereğini
yapmaktır.
Yüzyıllar boyunca Türklüğün varlığı için
mücadele vermiş olan Horasan Erenleri yada Anadolu’daki adıyla Abdalanı Rum,
Bacıyanı Rum ve Gazayanı Rum teşkilatlarının bu günkü uzantıları ülkemizin dört bir yanına
yayılmış olan Yörük Türkmen Dernekleri ve onların gönül erleridir. İster
Bektaşi, ister Sünni hangi mezhebe dahil olurlarsa olsunlar Yörük Türkmen
Dernekleri Horasan Okulunun devamıdırlar. Çünkü bu dernekler bin yıl öncesinde
olduğu gibi bu gün de Türklüğün varlığı, Türk devletinin ebedi müddet olmasını
temel ilke edinmişlerdir.