(Cumhuriyet Dönemi
Dersim İsyanları)
Yazımızın
birinci bölümünde Osmanlı Devletinin son zamanlarında çıkan Dersim İsyanlarının
analizini yapmaya çalışmıştık. Bu bölümde
Osmanlının Türkiye Cumhuriyetine bıraktığı sorunlardan bir diğeri olan Cumhuriyet dönemi Tunceli
isyanlarını inceleyeceğiz. Osmanlı Devleti 1839’da Gülhane Hatt-ı Hümayunu
(Tanzimat-ı Hayriye) ile başladığı âdemimerkeziyetçilik hareketi ile yeni bir
devlet nizamı inşasına yönelmişti. Bu tarihten sonra devlet otoritesi ile
tanışan Dersim aşiretleri, 1847 den 1916 ya kadar onlarca defa başkaldırı ve asayişi bozucu
eylemleri münasebetiyle tedip ve tenkile uğramış, ıslaha çalışılmıştır.
Derebeyleri takribi dört yüz yıllık saltanat ve kazanımlarını kaybetmemek adına
sürekli direniş içinde olmuşlardı. Devlet ise merkezî otoriteyi buraya taşıma
gayreti içinde olunca karşılıklı mücadele Osmanlıdan Cumhuriyet’e miras
kalmıştı.
Seyyid
Rıza 1916 senesinde Dersim’in bağımsızlığı için isyan çıkartır. Bu isyan Osmanlı
devletinde çıkartılan son dersim isyanıdır. Birinci paylaşım savaşı nedeniyle 7
büyük cephede savaşmakta olan Osmanlı Devletinin Dersim’deki isyanla uğraşacak
ne vakti, ne de askeri vardır. Görünende Seyit Rıza amacına ulaşmış, Dersim
bağımsız olmuştur. Oysa bağımsızlık falan yoktur. Çünkü kendisine “Dersim
Generali” ünvanını veren Seyid Rıza’nın tek derdi vardır; halk üzerinde yüz
yıllar boyu süre gelen imtiyazlı durumunun devamı!
Genç
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı gibi olmadığını daha kuruluş aşamasında dosta
düşmana göstermiştir. Şöyle ki; 1925 Şeyh Sait İsyanı, 1926 Koç Uşağı tedibi,
1926 Zilan ve Ağrı olayları, 1930 Pülümür olayları ve Ağrı isyanı
esnasında Türkiye Cumhuriyeti Mülkiyesi,
Askeriyesi ve Siyasi iradesi hiçbir şekilde isyan edenlere karşı hoş görüde
bulunmamışlardır. Cumhuriyet’e
başlangıçta sıcak bakan Dersim aşiret ağaları, uygulamalarda kendilerinin bir
rolü kalmayacağını görünce devlet otoritesi ve kurumlarını Dersime sokmama
çabası içine girip direnmeye çalıştılar.
Şimdi
şunu kendimize soralım; Dersim ya da Tunceli’de yaşananlar neydi? 1937 – 1938
yıllarında cereyan eden olaylar
başkaldırı mı? İsyan mı? Tedip ve Tenkil mi? Islah hareketi mi? Asayiş meselesi
mi? Bu sorular etrafında şekillenen konu, herkes ve her kesim tarafından kendi
siyasetleri, etnik, dinî, ekonomik ve sosyal çıkarları için kullanılmaktadır.
Dolayısı ile herkes kendi gayesine hizmet için uygun ifadelerle kendi
sözlüklerinde bu meseleye yer vermektedir. Biz bu olayların gelişimini daha
doğrusu oluş biçimini anlatmaktan ziyade, olayların neticelerine bakacağız.
Çünkü bir kesim tarafından “mazlum” olarak gösterilen kişilerin hiçte masum ve
mazlum olmadıkları aşikardır. Şöyle ki; isyanın elebaşı olan 1863'te Dersim'in,
Ovacık ilçesine bağlı Lirtik köyünde Şeyh Hesenan (Şixhesenu) aşiretinin Yukarı
Abbasan kolundan Seyit İbrahim'in çocuğu olarak doğan Seyid Rıza hiçte
sanıldığı gibi masum birisi değildir. Bunun en bariz örneği aşağıda vereceğim
mektuptur ki, hakikaten çok ilginçtir. Lütfen tamamını verdiğim mektubu dikkatlice
okuyunuz, masum ve mazlum(!) Seyid Rıza İngiltere Dış İşleri Bakanına yazdığı
mektupta neler istemektedir bir bakınız!
“İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na
Sayın Bakan,
Yıllardan beri
Türkiye Hükümeti, Kürt halkını asimile etmeye çalışmakta, gazete ve
yayınlarını yasaklamakta, anadillerini konuşanlara eziyet
ederek, Kürdistan’ın bereketli topraklarından gidenlerden büyük bir
bölümünün telef olduğu Anadolu’nun çorak topraklarına zorunlu göçler
düzenleyerek bu halka zulmetmektedir.
Son olarak Türkiye hükümeti
kendisiyle yapılan bir antlaşma sonucu bu baskılardan arındırılmış Dersim
bölgesine de girmeye kalkışmıştır.
Bu olay karşısında Kürtler göçün uzak yollarında can vermek yerine kendilerini korumak için 1930′da Ararat Tepesi’nde, Zilan ve Beyazıt Ovası’nda olduğu gibi silahlara sarıldılar.
Bu olay karşısında Kürtler göçün uzak yollarında can vermek yerine kendilerini korumak için 1930′da Ararat Tepesi’nde, Zilan ve Beyazıt Ovası’nda olduğu gibi silahlara sarıldılar.
Üç aydan
beri ülkemde tüyler ürpertici bir savaş sürüyor.
Savaş olanaklarının eşitsizliğine, yangın bombalarının, boğucu gazların kullanılmasına rağmen ben ve yurttaşlarım Türkiye ordusunu başarısızlığa uğrattık.
Savaş olanaklarının eşitsizliğine, yangın bombalarının, boğucu gazların kullanılmasına rağmen ben ve yurttaşlarım Türkiye ordusunu başarısızlığa uğrattık.
Direnişimiz
karşısında Türkiye ordusu kasabaları bombalıyor, yakıp yıkıyor…
Zindanlar yumuşak
başlı Kürt halkıyla dolup taşıyor, aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor ya da
Türkiye’nin tecrit edilmiş bölgelerine sürülüyor.
Üç milyon Kürt,
sesimden ekselanslarına sesleniyor ve hükümetinizin manevi etkisinden Kürt
halkını yararlandırmanızı sizden istirham ediyor.
Sayın Bakan en derin
saygılarımın kabulünü rica ederim.
Dersim Generali
Seyid Rıza”
Seyid Rıza”
Şimdi
bana birisi bunu bir zahmet açıklasın; bu nedir? Vatana ihanet değildir de
nedir? Bilmez misin ki be hey cahil, İngiltere’nin dostu olmaz! İngiltere’nin
düşmanı da olmaz, ancak çıkarları olur! Sen hangi akla hizmetle İngiliz
devletinden yardım talep edersin? Daha 12 sene önce yanına gelip senden yardım
isteyen Şeyh Sait’in İngiltere’ye güvenerek çıktığı yolculuğu Diyarbakır’da dar
ağacında bitmedi mi? Yıllarca Hindistan’da, Arabistan’da, Filistin’de milleti
birbirine katan, kafatası dağları kuran İngiltere acaba sana ne kadar kucak
açacaktı? Hakikaten çok ilginç bilgilere ulaşıyoruz araştırdıkça, derinlere
indikçe… Seyid Rıza’nın, Şeyh Sait’in
yardım talebine ret cevabı vermesinin en önemli nedeninin aşağıda
nakledeceğimiz olay olduğu halk arasında yıllardan beri konuşulur. Hikaye şudur; Şeyh Sait yanına geldiğinde
Seyid Rıza’nın adamlarının kestiği koyunları yemek istemez, “Bizim yiyeceğimiz
koyunları, bizim adamlar kesse uygun mudur?”
diyerek Seyid Rıza’dan izin ister. Seyid Rıza sessiz kalır. Şeyh Sait koyunları adamlarına
kestirir. İş destek istemeye gelince
Seyid Rıza “Sen desteği adamlarına kestirdin Saydo!” der ve Şeyh Sait’in
isyanına destek vermez. Ne kadar doğrudur bilinmez, ama gerçekte Şeyh Sait
isyanına Seyid Rıza’nın dolaylı olarak katkıda bulunmak istediği, ancak isyancı
Sait kuvvetlerinin Cumhuriyet Orduları karşısında yenilince bundan vazgeçtiği yakın çevresince anlatılmıştır.
İsyanın
temelinde daha önce de belirttiğimiz gibi feodal ağaların yüzyıllardan beri
süre gelen hegemonyasının devamı sevdası yatmaktadır. Bakınız 1877-1878 Osmanlı
Rus savaşı öncesinde Rus Ordu istihbaratının yazdığı rapor neredeyse tüm
Dersim-Tunceli ayaklanmalarının nedenini gözler önüne sermektedir. Şöyle
demektedir Rus İstihbarat raporu: “Harp vukuunda Türkler, Dersim ve Kazuçan
Kızılbaşlarından yardım görmezler, bunların
Rusların hesabına çalışacakları
da şüphelidir. Galibiyet sağlandıktan sonra bunların Rusların
hesabına hareket etmeleri
sağlanır. Bunun için de Dersimlilerin asırlık iç işlerine karışmamak ve
kendilerini kendi itiyatlarına terk etmek gerekir.”(1)
Türkiye Cumhuriyeti memleket dahilinde devlet
otoritesinin tam anlamıyla tesisi için her türlü tedbiri almaktaydı. Osmanlının
son zamanlarında başına bela olan, her türlü kalkışmadan yeterince ders almış
olan hükümetler milli istiklal harbinde ve öncesinde devlet otoritesine isyan
eden bölgelere özel önem vermekteydi. Bu bölgelere en seçkin asker ve memurlar
ile öğretmenler görevlendirilmekte, devletin “Baba” yüzü halka
gösterilmekteydi. Dersim’de yoğun bir feodal yaşam tarzı ve aşiret sistemi olduğundan
dolayı devlet otoritesi sözü edilen aşiret liderlerinin şeyhlerin ağaların ve
seyitlerin nüfuzunu kırmak için topyekûn bir mücadeleye girişmişti. Bu
mücadelede devleti Dersim’e getirecek yollar köprüler yapılmaya çalışılırken
bir taraftan da askerî olarak bölgeyi güçlendirmek amaç edinilmişti. Hatta
halkın hatırasında kötü bir yer tutmaması için dersim ismi Tunceli olarak
değiştirilecektir. Baytar lakaplı Nuri Dersimi isimli kürt veteriner ve
ideoloğu bu durumun aşiret ağalarının hiç hoşuna gitmediğini yazmaktadır. Bu
nedenle aşiret ağalarının mevcut durumdan kurtulmak için Seyit Rıza
önderliğinde kendi aralarında anlaştıklarını ve bununla ilgili dış ülkelerle
bağlantılar kurma işini bizzat Baytar Nuri’ye verdiklerini yazmaktadır.(2) Aşiretlerin 1930’lardan beri bir
örgütlenme amacıyla aralarındaki kan davası gütmeye ara verdiklerini askeri ve
sivil istihbarat raporlarında görmekteyiz.(3) Devlet yandaşlığı düşüncesine genel
olarak mesafeli duran ve Devlet görevlilerinin raporlarında da sık sık ismini
andıkları Seyit Rıza 1917’de Erzincan’ın kuruluşu sırasında Dersim’de lider
olarak benimsenmiş, manevi ve maddi otoritesi kabul edilmişti. Seyid Rıza hem
ağa hem de seyid olması nedeniyle bölgenin tek hâkimi konumundaydı. Bu durum
resmî otoritenin hoşuna gitmiyordu.(4)
Nitekim Naşit Hakkı Uluğ 1925-1928 yılları arasında bölgeye yaptığı
ziyaretlerde Seyit Rıza’nın gücünü kavramıştı. “Bu adam Dersim’in karanlık
vicdanında bir urdur. Seyit Rıza varken bunların ne Türklüğü ne insanlığı
kalır.” (5) diyerek bölgedeki asıl
tehlikenin Seyit Rıza olduğunu açıkça ifade etmiştir
Kendisine
aşırı güven, insanı kör eder. Eğer bu güven bir de gurur ile birleşirse, insan
gerçekleri ne görebilir, ne de idrak edebilir. Dersimli Seyid Rıza kendisine o
kadar güvendi ki, artık gücünü sınamasının, Kemalist Türkiye Cumhuriyetine
meydan okumanın zamanının geldiğini düşünür oldu. Bu nedenle 1937 senesinin
Nisan ayında Rızan, Haydaran, Yusufan, Kureyşan, Abbasuşağı, Bahtiyaruşağı
Aşiretlerinin reisleri ve Seyit Rıza bir araya gelerek hükümete bir ültimatom
gönderirler.(6) Neler yoktur ki bu
ültimatomda? Karakol yapmayacaksınız, köprü kurmayacaksınız, kaza ve nahiye
kurmayacaksınız, silahlarımıza dokunmayacaksınız, vergilerimizi pazarlık usulü
vereceğiz gibi.(7)
1937 senesinde Singeç
köprüsünü korumakla görevli 33 askerin başlarında İsmail Hakkı adındaki yedek
subay ile birlikte şehit edilmeleri ile başlayan ve Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa
Kemal ATATÜRK’ün “Bu işi kökünden hallediniz!”(8)
talimatı ile bitirilen Cumhuriyet tarihinin en büyük isyanı sanılanın aksine
bir anda çıkmış bir olay olmayıp, yıllar
boyu hazırlığı yapılan büyük bir kalkışmadır. 13 Bin isyancı ve sivil ile 110
askerin ölümüne, 12 bin vatandaşın yerlerinden ayrılmalarına sebep olan büyük
kalkışmanın temelinde sanılanın aksine mezhep değil, şahsi iktidar hırsı
yatmaktadır.
Şimdi
birileri kalkar der ki “Devlet Seyid Rıza’dan özür dilesin!” Hay hay, derhal
efendim. Peki Türkiye Cumhuriyeti hainden özür dilerse, devleti uğruna şehit
olanlar ne olacak? Milletin bekası için sakat kalanlar ne olacak? Onlardan kim
özür dileyecek? Evet Tunceli ilimizde devlete kalkışmada bulunulmuş ve Türkiye
Cumhuriyeti devleti asilere gereken cevabı vermiştir. O zamanın şartlarında
yapılan bir uygulamadan dolayı bu gün kalkıp da ihaneti tescillenmiş birinden
Türkiye Cumhuriyeti devletinin özür dilemesi akıl tutulmasından başka bir şey
değildir!
DİP NOTLAR :
1-Türkiye Cumhuriyeti’nde Ayaklanmalar,1972: 371.
2-Vet. Dr. M.
Nuri Dersimi, Hatıratım
2004-s.279
3-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
030 10 110. 740. 20.-21
4-Akyürekli,2011: 130.
5-Uluğ, 2009: 34,49.
6-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi 030. 10. 111. 744. 3.
7-Cumhuriyet Gazetesi 16 Haziran 1937
8-İhsan Sabri Çağlayangil -Anılarım