7 Mart 2018 Çarşamba

NE DEĞİŞTİ?



Sabah herkes haber bültenlerinde, TV programlarında, sosyal medyada bir furyaya başlayacak; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Kutlu olsun ey millet diyeceğiz el birliği! Birkaç günden beri sosyal medya hesaplarında çokça kadın günü kutlamaları devam etmekte, herkes cefakar kadınlarımıza karşı son sürat şirinlik yapmakta. Bir kısım insanımız bu şaklabanlığa acayip sinir olurken, bir kısım da “Ne var bunda? Herkes kutluyor, biz de kutlamalıyız.” demekte…
            Dileyen kutlar, dileyen eleştirir, dileyen anar. Ama gerçek olan bir şey varsa da şudur ki; 8 Mart Dünya Kadınlar gününün ne olduğu hala ülkemizde tam olarak idrak edilmiş değildir. Önce şunu ayırt etmek gerekiyor, kadınlar günü kutlama mı, yoksa anma günü mü? Aslına bakılırsa Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanan bu gün Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun  16 Aralık 1977 tarihinde kabul ettiği ama neden kabul ettiğini yazmadığı bir gündür. Birleşmiş Milletler sitesine girip bu günün neden kabul edildiğini sorgularsanız 8 Mart 1857 de Amerika Birleşik Devletlerinin New York kentinde daha iyi çalışma şartları için greve giden 40 bin işçinin bir fabrikaya kilitlenip, fabrikanın ateşe verilmesiyle 129 kadın işçinin ölümü neticesi anma günü olarak kabul edildiği yazmaz! Çünkü kapitalizm kendi maskesinin düşürülmesini, hele hele kendisi tarafından o maskenin indirilmesini asla kabul etmez!
            Evet; kötü şartlarda çalıştırılan dokuma işçilerinin daha iyi çalışma şartları ve ücretler için toplandığı 8 Mart 1857 tarihi aynı zamanda dünya işçi hakları tarihi açısından kapkara bir gündür. Çünkü o gün yaklaşık 40 bin işçi daha iyi şartlar ve çalışma koşulları için greve giderken başlarına gelecek felaketin farkında değillerdir. Toplandıkları tekstil fabrikasında polisin sert müdahalesi ile karşılaşan işçiler kendilerini fabrikaya kilitlediler. Fabrikada çıkan (yada çıkartılan) yangın nedeniyle işçiler dışarı çıkmaya çalıştılar. Ancak fabrika önünde kurulan polis barikatını aşamayan 129 kadın işçi yanarak can verdi. Peki neydi 40 bin işçiyi o tekstil fabrikasına toplayan? Neydi 129 cana mal olan sebep? Dünyada işçi hakları için ölümler denilince belki de ilk sırada yer alan bu olayı tetikleyen veya bu duruma getiren sebepler nelerdi? Bildiğimiz kadarıyla cevaplamaya çalışalım. Birincisi sırada kapitalistler için kadın işçi demek ucuz iş gücü demekti. Daha uzun iş saatleri, daha az ücret demekti. Kadınların örgütlü hareketi daha zayıf olduğu için sömürülmeleri de kolay olmaktaydı. Kadınların daha iyi şartlarda çalışmaları, daha makul çalışma süreleri ve eşit ücret talepleri sömürü düzeninin işine asla gelmediği gibi, düşünülmesi bile sermayedarların uykusunu kaçırmaya yeterliydi. Bütün bunların neticesinde, erkek işçilere göre daha fazla çalışmalarına karşın daha az ücret ve sosyal hakları olan kadın emekçiler bu şartların düzeltilmesi talebiyle 8 Mart 1857 de bir tekstil fabrikasında toplanmışlar ve greve gitmişlerdir. Polisin sert müdahalesi, ardından fabrikada çıkan yangın neticesinde barikatı aşamadıkları için ölen 129 kadın işçi 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününün başlangıç noktasını oluşturmuştur. Ölen kadın işçilerin cenaze törenine 10 binler katılmış ve bu olay işçi sendikaları tarafından unutulmamıştır. 26-27 Ağustos 1910 da Kopenhag’da toplanan II.Enternasyonalin kadınlar toplantısında –Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı- Clara Zetkin tarafından 8 Mart tarihinin 1857 fabrika yangınında ölen kadın işçilerin anısına  Dünya Emekçi Kadınlar Günü olması teklif edildi. Öneri oy birliği ile kabul edildi.   Dünyada yapılan ilk Emekçi Kadınlar Günü anması ise 19 Mart 1911 de yapıldı. Avusturya, Danimarka, Almanya ve İsviçre’de gösterilere katılan on binlerce kadın seçme ve seçilme hakkının yanı sıra kadınlara iş ve mesleki eğitim verilmesi, çalışırken çocuğunu emzirme hakkı, çalışma alanlarında kadın-erkek eşitliği sağlanmasını, talep etti. Anma toplantıları ilk yıllarda ilk baharda ve belirli bir günü olmayan şekilde yapılmıştır.  Birliğin sağlanması amacıyla, 1921 de toplanan III. Enternasyonalde, Sovyetler Birliği Komünist Partisi lideri Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin’in teklifi ile anma günü olarak 8 Mart tarihinin, isim olarak da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olması kararlaştırılmıştır. 1960’lı yıllara kadar pek çok ülkede kutlanmayan Dünya Emekçi Kadınlar Günü bu yılların sonuna doğru ABD’de kutlanmaya başlayınca, 1977 yılında BM tarafından Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başlanmıştır. Türkiye’de 1921 tarihinden beri yapılan anma toplantıları, 12 Eylül Cuntası tarafından yasaklanmasına karşın 1984 yılından beri yapılmaktadır.
            Bu gün sözde Dünya Kadınlar Günü olarak sözüm ona kutlanan ama gerçekte bir tüketim çılgınlığına dönüştürülen Dünya Kadın Emekçiler Günü artık asıl amaçlarından saptırılmış, çıkış noktaları unutturulmuş, temel, ana ve hayatın esas noktası olan kadınlarımızı olması gereken yerde değil, ticari bir meta haline getirmiştir. Sadece bizim kadınlarımız değil, dünya kadınları da kapitalizmin oyununa pekâlâ gelerek can verip, emek ve alın teri akıtarak kendi bileklerinin zoru ile aldıkları bir günün kapitalizme hizmet eden bir gün haline getirilmesine ses çıkarmamışlardır.
            8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü tüketim gününe çevirenlere sormak istiyorum; “Ne değişti?  
Kadın cinayetlerini bitirdiniz mi?
Kadınlara mobing (işyerinde baskı) bitti mi?
Kadınlar eşit işe eşit ücret alabiliyor mu?
Kadınlara siyasette kota kaldırıldı mı?
Namus ceza indiriminde etken olmaktan çıktı mı?
Kızların hepsi okula gidebiliyor mu?
Çocuk gelinler bitti mi?
Kızlara giydiklerinden dolayı okulda, işte, arabada laf atmalar bitti mi?
Tecavüzler bitti mi?
Vahşice öldürülüp yitip giden hayatların hesabı soruldu mu?
Kadın ana yani temel oldu mu?
Cevabınız Evet mi?"
Hadi o zaman 8 Mart Kadınlar Gününüz kutlu olsun!
           


4 Mart 2018 Pazar

SAVAŞANLAR VE YATANLAR





            Bir süre önce Antalya il merkezinde, Türkiye ve kardeş ülkelerden 328 Yörük Türkmen derneği, federasyon, konfederasyon, birlik yada vakıf temsilcisi 3 üncü uluslararası Yörük Türkmen Çalıştayında bir araya geldi.  8 Şubatta başlayan çalıştay 11 Şubatta sona ererken üzerinde çalışılan konular, ortaya konulan sorunlar, çözüm önerileri ve alınan kararlar Türkiye ve dünya ekseninde Yörük Türkmen Hareketinin dünü, bu günü ve geleceği konusunda çok ciddi sonuçlar ortaya koydu.
            Şurası unutulmaması gereken bir husustur ki; Yörük Türkmen Hareketi dediğimiz olgunun temeli Türk Kültürüdür. Unutulmaya yüz tutmuş konar göçer Yörüklerin gelenek, görenek, anane ve Töresinin yaşatılması amacıyla kurulan dernekler artık bu hareketin asli çıkış noktasının kadim Türk Kültürü olduğu konusunda hem fikirlerdir. Şöyle ki; ister Urfa’da, ister Bursa’da, Söğüt veya Antalya’da, Burdur ya da Diyarbakır’da yaşatılan bu kültürün birbirinden hiçbir farkı olmadığı yapılan her üç çalıştayda da net bir biçimde ortaya konulmuştur.
 2016 yılında yaptığımız ilk çalıştayda Yörük ve Türkmen olarak ikiye ayrılan kesimin gerçekte bir kavram karışıklığından dolayı bu halde olduğu, aslında Kızılırmak nehrinin doğusunda kalan Türk unsurların ne kadar Türkmen ise batısında kalanlarında aynı şekilde Türkmen oldukları, batısında Yörük olarak adlandırılanların ne kadar konar göçer ise doğusunda kalanlarında o kadar konar göçer Yörük oldukları bizzat bilimsel olarak ispat edilmiş ve tebliğ olarak tarafımca çalıştayda okunmuştu. Yine 2016 çalıştayında Yörük Türkmen Kültürünün Orta Asyadan bu yana süre gelen kadim Türk Kültürünün bu gün yaşayan en diri hali olduğu katılımcılara anlatılmıştı.
 Elbette 2016 çalıştayı yapılırken bu satırların yazılması kadar kolay yapılmadı. Uzun süredir kafamı kurcalayan Yörük Türkmen Hareketinin bilimsel bir şekilde araştırılması, tartışılması ve bir temele oturtulması fikrimi 17 Kasım 2015 tarihinde  ziyaretime gelen Türkiye’nin ilk Yörük Türkmen Derneğini kuran gönül insanı ve bu hareketin ilk ateşini yakan kişi olan Antalya Yörükler Derneği Başkanı Abdullah Duman beye açmıştım. Duman başkan heyecanla karşılamıştı bu fikrimi. Nasıl yapabiliriz konusundan neler yapabiliriz konusuna gelmiştik bir anda. Fikir güzeldi, önemliydi de aynı zamanda. Çünkü şimdiye kadar pek üzerinde durulmayan Yörük Türkmen Kültürü ciddi anlamda bizzat bu kültürü yaşayan ve yaşatanlar tarafından ele alınacaktı. Duman başkan; bana bu çalıştayın konuları üzerinde çalışmamı söylerken, kendisi bu işi destekleyecek kişi ve kuruluşları bulacağını söylüyordu. Ben o gece sabaha kadar uyuyamadım sevinç ve heyecandan. Gerçekten çok heyecan verici bir şeydi bu iş.
Çalıştayın ana konularının tespiti hakikaten çok zorlu bir sürecinde başlangıcını teşkil etti. Evet; belki görünende basit bir şeymiş gibi görünen ama denenmemişin denenmesi, yapılmamışın yapılması insanın üzerinde büyük bastı yaratıyordu. Şimdiye kadar şenlik yada şölenlerde bir araya gelmiş Yörük Türkmen derneklerini böylesine büyük bir organizasyonda bir araya getirmek, gördükleri sorunlar ve çözüm önerilerini toplamak, daha da önemlisi bir yol haritası çıkarmak çok zordu. Bu süreçte bizzat kendim, Abdullah Duman, Halil Yılmaz ve Mehmet Duman epeyce ter dökmüş, yol haritası çıkarmak için sabahlara kadar konuşmuştuk.

Resim altı not: Kudret Harmanda, Ümit Uysal ve Abdullah Duman
İlk Çalıştayın yapılmasında Muratpaşa Belediyesinin kadirşinas Başkanı Yörük çocuğu Ümit Uysal beyin emek ve katkısı asla unutulamaz. Gazipaşalı öğretmen bir babanın ve Serikli bir ev hanımının evladı, yetiştiği çevrenin sorunlarını en iyi bilen insanlardan birisi olan saygıdeğer başkan Uysal, Yörük diyarı Antalya’nın böyle büyük bir organizasyona ev sahipliği yapmasının onuru ve sorumluluğunda bu organizasyonun gerçekleştirilmesi için her türlü yardımı yapmıştır. Kendisine buradan bir kere daha teşekkürlerimi iletmek isterim.
 Gerek Muratpaşa Belediyesinin cefakâr kültür müdürü ve çalışanları, gerekse Antalya Yörükler Derneğinin saygıdeğer başkanı ile yönetim kurulu ve çalışanları gerçekten çok zor bir organizasyonun başarılmasında gecelerini gündüzlerine katarak cansiperane bir şekilde çalıştılar. İlk olmasının yanında bir o kadar da zor bir organizasyonun toplanması, ülkemizde yapılmayan bir oluşumun ortaya konulması hakikaten çok zor ve bir o kadar da yorucu idi. Çünkü bizden başarıdan ziyade başarısızlık, sonuç değil fiyasko bekleniyordu. Zaman son derece kısıtlı, imkanlar sınırlıydı. Buna mukabil çalışmalar hiç durmadan devam etti. Nihayetinde Türkiye Birinci Yörük Türkmen Çalıştayı ve Arama Konferansı 2016 yılının 26 Şubatında Antalya il merkezinde toplandı. 27 ve 28 Şubat tarihlerinde de devam eden çalıştayda ortaya konulan sorunlar, çözüm önerileri ve nihayetinde derneklerin problemleri o güne kadar ele alınmayan, daha doğrusu ele alınması bile cesaret isteyen konuların ortaya yatırıldığı bir çözümleme ve öz eleştiri toplantısı haline dönüştü. Çalıştay adına yaraşır bir şekilde başladı ve nihayet buldu. İlk olmasına karşın istediğimiz sonuçların çok ötesinde sonuçlar almış ve hedefimizin çok daha ötelerine ulaşmıştık.
Yörük Türkmen Kültür Derneklerinin pek çoğunun katıldığı ilk çalıştay sonuçları açısından gerçekten çok önemliydi bizim için. En azından yapılmayanı yapmak cesaretini göstermiş, söylenti olarak bilinen pek çok şeyi bilimsel temellere oturtmuştuk. Bu gerçek bile yaptığımız işin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştu.
Elbette bu çalıştay yapılırken perdenin önünde olanlar kadar, gizli kahramanlarda emek sarf etmiş, bazen ayaklarımıza kara sular inerken, bazen de uykusuz günde 1-1,5 saat uyku ile idare etmek zorunda kalmıştık. Hatta hatırlarım; gecenin saat üçünde Abdullah Duman başkanla aç olduğumuzu hatırlayıp çorbacı aramıştık Antalya sokaklarında. Çünkü biz bir kültür hareketinin başarıya ulaşması için gece-gündüz, uykulu-uykusuz, aç-susuz gibi konulara takılmayacak kadar bu davaya mesaisini ve kendini feda eden kişileriz. Biz, bizleri “Beş yıldızlı otellerde Yörükçülük yapıyorlar.” diye eleştiren ama kendileri klavye ve monitör başından kalkamayan kardeşlerimize inat bu davanın nesillere ulaştırılması için görevli sayıyoruz. Bizim davamız beş bin senelik Türk kültürünün gelecek nesillere eksiksiz olarak teslim edilmesi davasıdır. Bizim kavgamız Türklüğün bekası, Türk illerinin mamurluğu ve Türk devletinin inkişafı davasıdır. Bundan dolayı biz kendimizi bu davanın erleri olarak yatanlardan değil, savaşanlardan görüyoruz. Aldığımız sorumluluğun, omuzlarımızdaki yükün farkındayız.
İlkini 2016 yılının Şubat ayında yaptığımız çalıştayımızın ikincisini 2017 yılının Şubat ayında ve nihayet üçüncüsünü 2018 yılı Şubat ayında yaptık.  Temeli Yüksek Türk Kültürü olan Yörük Türkmen Hareketinin gelecek kuşaklara aktarılması için yaptığımız çalışmaların bu kadarla sınırlı kalması elbette düşünülemez. Ancak şunu da belirtmekte fayda görmekteyim ki; basit terimlerle geçiştirilmeye çalışılan Yörük Türkmen hareketi artık bilimsel temellere ve gerçekte hak ettiği yere oturtulmuştur. Bu hareket bütün siyasi görüş ve düşüncelerin çok ötesinde, partiler üstü bir konumda olduğunu göstermiştir. Bu gün üniversitelerde kurulan Yörük Kültürünü Araştırma Merkezleri, Belediyelerin yaptırdıkları Yörük Türkmen Kültür Evleri ve Müzeleri, kamu ya da özel kuruluşlar tarafından yapılan Yörük Türkmen Çalıştayları Antalya’da yakılan ateşin ışığının artık bütün dünya Türklüğünü aydınlattığını göstermektedir.
 Kızıloğuz Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “Güvencim ve Kıvancım” dediği ve mensubiyeti ile gurur duyduğu, Türklüğün temeli olan Yörük Türkmenler de kendilerinin bu ülkenin ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin asli kurucu unsurları olduklarının bilincindedir. Dün 1921 yılının o buhranlı günlerinde bile “Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na bakınız, eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.” Diyerek bu milletin asli unsuru olarak gördüğü Yörüklere olan inancını ve güvenini dile getiren Kızıloğuzun bu sözü aynı zamanda bizler için bir vasiyettir. Bizler Kızıloğuzdan aldığımız emanet olan Türkiye Cumhuriyetinin inkişafı için gece ve gündüz durmadan çalışacağımıza söz verdik. Bizler her zaman ve her şartta ülkemiz ve devletimiz için hizmette asla ve kat’a gaflete düşmedik ve daima hazır bulunduk. Çünkü bizler bu milleti, bu devleti ve bu vatanı canımızdan aziz bildik ve çok sevdik! Biz rahat döşeklerimizde yatmayı değil, ülkemiz ve milletimiz için can vermeyi seçtik ve bunu kendimiz için şeref saydık! Bu nedenle kendimizi yatanlardan değil savaşanlardan saydık ve saymaya da devam edeceğiz!