Yörük
Türkmen terimini incelemeden önce bu terimin anası olan Türk tanımlamasının
çözülmesi şarttır. İnsanlığın yazılı olan 6 bin yıllık tarihi boyunca hep
varlık göstermiş olan Türk Milletinin kökü nedir? Nereye dayanır? Pek çok
batılı tarihçinin yüz yıllar boyu büyük bir merakla araştırdıkları, gerek
sosyal hayatları, gerek savaşçı yaşam kültürleri ve gerekse tarih yazan müthiş
devlet kurma becerileri ile Türkler nerede ve nasıl tarih sahnesine
çıkmışlardır? Türkler pek farkında değil ama Avrupalılar şu gerçeğin
farkındadır. Tarihten Türkler çıkarılırsa ortada tarih diye bir şey kalmaz der
Alman iktisatçı Fritz Neumark. Hakikaten de yazılı tarihi incelediğimizde
görmekteyiz ki son iki bin yıl boyunca tarih adeta Türkler tarafından
yazılmıştır. Büyük kavimler göçü, doğudan batıya yapılan Oğuz göçleri, İslam’la
tanışmalarının akabinde bu dinin bayraktarlığını yapmaları, doğu ve batıda
kurdukları hâkimiyet ile Türk Milleti tam anlamıyla tarih yazan millet unvanını
hak ederek almıştır.
İlk
Türk ismine antik Çin kayıtlarında Tue-Kue şeklinde rastlamaktayız. Bu durum
özellikle Türk Milletinin yazılı tarihini 7 inci yüzyıla dayamaya çalışan birçok tarihçinin kasıtlı ve uydurma tezlerini
çürütmektedir. Çünkü bu gün yapılan pek çok bilimsel araştırma neticesinde Hun
devletinin ilk Türk devleti olmadığı, Türk Tarihinde bilinen ilk kağanın Teoman
olmadığı ortaya konulmuştur. Macar tarihçi Prof. Dr. László Rásonyi; sanıldığı gibi Hunların ilk Türk devleti
olmadığını, Çu Türklerinin Çin ülkesine 891 yıl hükmettiklerini yazarken, Alman tarihçi Profesör Doktor Wolfram Eberhard
1947 de yayımlanan “Çin Tarihi” adlı eserinin 32-76sayfalarında Çu hükümdar
soyunun bütün kurumlarından söz etmektedir. Yine aynı eserin 17. sayfasında
Proto Türklerden, bunların İ.Ö. üçüncü bin yıllarına ait niteliklerinden,
tarihlerinden söz etmektedir. Yine o, Çuların Çinlilere tarım, hayvancılık,
avcılık, at kültürü ve başka konularda çok etki yaptıklarını yazıyor. Bütün
bunları anlatmamızın tek nedeni şudur; hala ısrarla Türkiye Cumhuriyeti Milli
Eğitim Bakanlığı Türk Tarihini Hun devleti ve onun Kağanı Teoman ile
başlatmaktadır. Bu tamamıyla yanlışta ısrardır. Bu yanlıştan derhal
dönülmelidir.
Konumuz
olan Yörük Türkmen teriminin dayandığı nokta Türk ismidir. Yaklaşık olarak 3500
yıl Orta Asya bozkırlarında yaşayan Türk Milleti zamanla yeni yaşam alanlarına
ihtiyaç duymuştur. Bu ihtiyacın neticesinde büyük kavimler göçünü başlatan Hun
Türkleri dünya tarihini temelinden
değiştirmiş, yeni yeni toplumları ve bu toplumların kaynaşması ile halkların
ortaya çıkmasına neden olmuşladır. Orta Asya Türk devletlerinin ardı ardına
tarih sahnesinden çekilmeleri, bölgede ortaya çıkan Çin baskısı ve buna bağlı
istikrarsızlık yeni yerlerin aranması neticesini doğurmuştur. Arapların Maveraünnehir,
Türklerin ise Çay Ardı dedikleri Ceyhun
(Amuderya) ve Seyhun (Siriderya) nehirleri arasında kalan bölgede meskun olan
Oğuz Türkleri ilk olarak Halife Osman zamanında Araplar ile temasa geçmiş ve
işgalci Arap akınlarına yıllarca direnmişlerdir. Daha sonraki yıllarda Emevi
hanedanı ile Arap akınları devam etmiş, ancak Oğuz Türkleri Tengrici dinlerini
değiştirmede çok da istekli olmamışlardır. Araplar tarafından fethedilen Türk
kentleri (Lütfen buraya dikkat; 644-757 yılları arasında Araplar Türk ülkesine
akınlar yaparken göçebe bir millete değil, o günün en modern ve zengin Türk
kentlerine akınlar yapmaktadır!) yağmalanırken, esir edilen Türkler
Müslümanlaştırılmak istenmiş, görünende Müslümanlaşan Türkler Arap baskısı
ortadan kalkınca yine Tengri inancına geri dönmüşlerdir! (Halife Hişam Bin
Abdülmelik (724 – 743) döneminde çok kalabalık cihat orduları karşısında
Müslümanlığı kabul etmek zorunda kalarak Araplarla barış yapmışlar (737),
Araplar bölgeden çekildikten sonra tekrar eski Tengri dinlerine dönmüşlerdir!)
Türklerin zorla Müslümanlığı kabul etmeyeceğini gören Arap idareciler bu kez
Müslümanlığı kabul eden Türklere ekonomik çıkarlar sağlamaya, cizye
olarak alınan vergileri düşürmeye, çok daha yumuşak politikalar uygulamaya
başlarlar. Bütün bunlar olurken Tengri inancına sahip Türkler ile Müslüman olan
Türklerin ayrılması amacıyla Müslüman olan Türklere Türk-İman (İman etmiş Türk)
denilmeye başlandığını İbni Kesir’in el Bidaye ve'n Nihaye fi't Tarih isimli
eserinden öğrenmekteyiz. Ebul Gazi, İranlıların
Müslüman Oğuz Türklerini Tengri inancına sahip Oğuz Türklerinden ayırmak için
Türk Manend-Türki İman (İmanlı Türk) olarak isimlendirdiklerini yazar. Bu terim zamanla Türkmen olarak dilimize
yerleşmiştir.
Fransız Türkolg Jean Deny ise
“men” ekinin güç anlamı ifade ettiğini belirtmekte olup, Türkmen teriminin
güçlü Türk anlamına geldiğini söylemektedir. Fuad Köprülü’nün başını çektiği ve
bu konuda yaygın olan kanaate göre; Maveraünnehir Müslümanlarınca Müslüman olan
Oğuzlara, Müslüman olmayan Oğuzlardan ayırmak için “Türkmen” adı verilmiştir. Oğuzlar ise
kendilerine “Türkmen” demiyorlardı. Faruk Sümer’in ifadesine göre 13. Yüzyıla
kadar atalarının Oğuz ismini yaşattılar. Bundan sonra ise “Türkmen” kelimesi
“Oğuz” kelimesinin yerini aldı. İbrahim Kafesoğlu Oğuzlar arasında
‹İslamiyet’ten önce siyasi bir tabir olarak Türkmen adının kullanıldığını
‹İslamiyet ile birlikte bu Türkler için kullanılan Türkmen tabirinin Kök-Türk
tabiri gibi kabilevî değil siyasî bir hüviyet kazandığını söyler. Karlukların
en kudretli zamanlarında Oğuz değil bu ismi kullandıklarını söylüyor. Kafesoğlu
burada Kaşgarî’nin sözlerini dayanak göstermiştir. Kaşgarî, “Karluklar
Oğuzlardan ayrı, fakat onlar gibi Türkmendirler” şeklinde beyan etmiştir.
Karahanlı,
Gazneli ve Selçuklu İmparatorluklarında etkin bir güç olan Oğuz Türkleri yani
Türkmenler Selçuklu fütuhatlarının bel kemiğini oluşturmuşlardır. Anadolu,
Kafkasya, İran ve Suriye ile Irak’a akın akın yerleşen Türkmenler Ön Asya’nın
Türkleşmesinde en temel etken olmuşlardır.
YÖRÜK TERİMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI
Yörük
kelimesi Türkçe’de yürümek kökünden çıkartılmıştır. Meninski sözlüğünde gezgin
olarak tanımlanmaktadır. “Yörük”, kelimesi “yürümek” fiilinden gelip o dönemde
hala yerleşmeyip konargöçer hayatlarını devam ettiren Türkmenler için
kullanılan bir kelimedir. Yörükler de esasen göç vakti, göç kondu gibi
tabirleri kullanmaktadırlar. Göçebe sözü tek başına bu insanların hayat
tarzlarını açıklamamaktadır. Çünkü onlar konar-göçer bir yaşam sürmektedirler.
Yazlık ve kışlık ikamet alanları mevcuttur. Bu nedenle konar-göçer tabirinin
kullanılması daha doğrudur. İlk dönem Osmanlı tarihçilerinden Aşık Paşazade
onlar için “göçer halk, göçer il” tabirini kullanırken, Oruç Bey ise “göçküncü
Yörükler, göçer Yörükler” demiştir.
Osmanlı tarihçileri Yörükler için Oğuz boylarına mensup olduklarını
yazmaktadır. Osmanlı kaynaklarında ilk defa tahrir defterlerinde rastladığımız
Yörük terimi “Konar-göçer Türkmen aşiretleri” şeklinde tanımlanmıştır.
Kızılırmak nehrinin doğusunda kalan Oğuz Türklerine Taife-i Türkman denilirken,
batısında kalanlara Taife-i Yörükan denilmiştir. Osmanlı kayıtlarında Yörükler
için Yüvrük veya Yüğrük (Güçlü, çevik, çalışkan, eline ayağına
çabuk), gibi tanımlamalar da kullanıldığını görmekteyiz.
Antropolojik
olarak bunun tanımlamasını yapmamız gerekirse; Sosyal Antropoloji
açısından yerleşik hayata geçen Türk’e; ”Türkmen”, transhümans (konar-göçer)
halindeki Türk’e de “Yörük” adının verildiğine antropologlar hem fikirdir.
Genelde Yörüklük, ekonomik uğraşının, hayat tarzına dayalı olarak gelişen
beşeri bir durumdur.
Bu gün yaygın olarak ve ne
yazık ki yanlış olarak kullanılan bir konuya değinmek istiyorum. Sanıldığı gibi
Türk milleti göçebe bir millet değildir! Hal böyleyken ısrarla bazı tarihçi
geçinen zevat Türkler göçebe bir millettir demekte, Nuh tufanından bu yana var
olan bir milleti ve kültürünü adeta yok saymaktadır. Oysa en eski Çin ve İran
kayıtlarında, Helenistik dönem tarihlerinde Türk Milletinin göç eden, yazlık ve
kışlık kültürüne sahip bir millet olduğu, çok büyük bir kültürün sahibi olduğu
yazılıdır. Bu gün Orta Asya kazılarında elde ettiğimiz bulgular Türklerin hiçte
sanıldığı gibi göçebe kültüre sahip olmadığını, bu kültürden çok daha ileri bir
kültürün kurucusu olduklarını göstermektedir. Hal böyleyken kendi milletine
göçebe millet demek evvel emirde aldıkları tarih eğitimine ve Türklüğe
ihanettir.
Yukarıda zikrettiğimiz gibi bu gün Yörük denildiği zaman
ne hikmetse herkesin aklına (ki acı olanı da şudur ki bu adla anılanlar dahil
olmak üzere) göçebe, davar yetiştiren, belirli bir adresi olmayan, yeri bucağı
belirsiz kişi yada oymaklar diye haksız bir tanımlama gelmektedir. Öncelikle
şunu aklımıza koymak zorundayız; Yörük bir kavim adı değildir! Yörüklük ekonomik
gerekçelerle ortaya çıkmış bir yaşam felsefesinin, bir kültürün adıdır. Sırf
siyasi bir tanımlamadan dolayı insanımızı hiçte hak etmediği sıfatlarla
anlatmaya çalışmak kendi insanımıza yapabileceğimiz en büyük saygısızlıktır.
Çünkü Yörük Türkmen tanımlaması askeri ve iktisadi olarak ortaya çıkmış bir
tanımlamadır. Aslı ve temeli Türk’tür! Tanımadığımız, daha doğrusu tanımak
istemediğimiz bazı gerçekler vardır ki bunları gördükçe ve öğrendikçe yüz
yıllardır haksız olarak, hiçte hak etmedikleri şekilde tanımladığımız bu
insanlardan özür dilememiz gerekmektedir.
Selçuklu İmparatorluğunun
batıya doğru devam eden fütuhatlarında Türkmenler çok etkili bir rol
oynamışlardır. Sadece İran’da değil, Irak, Suriye ve Anadolu’da gittikleri her
yerde yerli halk ile kaynaşan Türkmenler hem yeni yurtlar edinirken, hem de
yeni bir kültürün doğmasına neden olmuşlardır. Anadolu Selçuklu devletinin
yıkılması ile ortaya çıkan siyasi durum; bulunduğu konum itibarıyla en küçük uç
beyliği olmasına rağmen Osmanlı Beyliğinin gelişmesin ve devletleşmesine zemin
hazırlamıştır. Gerek Osman Bey, gerek
Orhan bey ve ardılı Osmanlı Sultanları daima batıya doğru fetih hareketlerinde
bulunurken, fethedilen her yere öncelikle konargöçer Türkmenleri yani Yörükleri
yerleştirmeye büyük önem vermişlerdir. Bu politika ile Osmanlı girdiği yerlerde
kalıcı olduğunu göstermiş ve askeri olarak fethettiği yerleri iktisadi ve
sosyal anlamda kendine bağlı hale getirmiştir. Şunu özellikle unutmamalıyız ki;
Osmanlı Devleti kuruluşunda sanıldığı gibi tek bir oymak olarak sahneye
çıkmamıştır! Her şeyden evvel Osmanlı Beyliği bir aşiretler birliğidir. Sadece
tek bir aşiretten bir devlet çıktı demek tarihi gerçeklerle bağdaşmayacağı gibi
Osmanlı ailesinin mensubu olduğu Kayı aşiretinin önder aşiret olarak tarihi
rolü de inkâr edilemez!
Osmanlı Devleti, İnsanlık Tarihinin beklide en detaylı
kayıtlarını tutan bir devlet sistemi oluşturmuştur. Devlet olmanın gereği kayıt
ve arşivlerde ise, Osmanlı devleti bunu tarihi süreçte ender denilebilecek bir
şekilde başarmıştır. Osmanlı vergi ve
askeri sistemi gereği, esnafın kullanacağı hammaddeden, pazarda satılacak
ürünlerin rayiç bedellerine varıncaya kadar
en küçük ayrıntıya kadar kayıt altına alınmış, en ücra mezralarda
yaşayan halkın günlük ihtiyaçları, neyle geçim sağladıkları, vatandaşın medeni
haline varıncaya kadar devletin kayıtlarına alınmıştır. 623 yıllık devlet hayatının beklide en önemli
özelliği çok titiz bir şekilde devlet unsurlarının envanterini çıkarmış olması
ve bu sayede bütün unsurlarına hâkim olmuş olmasıdır. Osmanlı Devleti, kendi
uhdesi altındaki konargöçerlerden, yerleşik hayata dâhil olan bütün unsurlarını
da kayıt altına almıştır. Tahrir Defterleri, Mufassal Defterler, İcmal
Defterleri (özellikle Muhasebe İcmal Defterleri) anlattığımız durumun
kanıtlarını teşkil etmektedir. Tahrir Defteri; Arazi yazılırken tutulan
defterler hakkında kullanılan isimlendirmedir. Tahrir Defterinin tutulmasının
en büyük gerekçesi tımar sisteminin işleyişini sağlayacak olan devletin
gelirleri ile ilgilidir. Tahrir Defterinde Osmanlı yerleşim birimleri,
görevlilerce titiz bir çalışmayla mukim insanların, vergi mükellefleri,
içlerinde vergiden muaf olanlar varsa hangi vergiden ne sebeple muaf oldukları
yazılır; bunun yanında topraklı ve topraksız köylüler, evli ve bekâr haneler,
meslek gurupları, ilmiyeye mensupları, ihtiyar ve sakatlar defterdeki
hanelerine yazılırdı. Her köyün merası, ormanı, korusu, yaylağı, kışlağı,
çayırı ayrıntılı olarak gösterilerek yetiştirilen mahsuller ve senede vermekle
mükellef olunan vergi miktarı deftere geçirilirdi.
Osmanlılarda
göç ve iskân hadisesine baktığımızda şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır: Fethedilen
her toprak parçasına özellikle Moğol baskısı ile gelen Yörük Türkmen aşiretleri
yerleştirilmekte, Osmanlı hâkimiyeti pekiştirilmektedir. Osmanlı devleti
Balkanlarda gerçekleştirdiği fetihlerin sonucunda ele geçirdiği toprakların
Türkleşmesi için Yörüklerden yararlanmıştır. Özellikle Yörük Türkmenler
Balkanlara gönderilmiş, bu toprakların Türkleşmesi için çaba gösterilmiştir.
Yörüklerin sade yaşantısı, yerli halka davranışları neticesinde fethedilen
yerlerde kısa sürede devlet hâkimiyeti tesis edilmiştir. Özellikle Trakya,
Balkanlar, Macaristan, Bosna Hersek, Romanya gibi bölgelere yerleştirilen Yörük
Türkmen taifesi çok kısa sürede buralarda bulunan gayrı Türk unsurlar ile
kaynaşmış, sadece hayvancılık değil tarımın ziraat kolunda da çok başarılı olmuşlardır.
Öyle ki 93 harbinden sonra başlayan tersine göç ile Anadolu içlerine
yerleştirilen Evladı Fatihan olarak anılan Muhacir Yörük Türkmenler,
kullanılamayan pek çok bataklık alanları kurutarak tarıma kazandırmışlardır.
Şunu net bir biçimde ifade edebiliriz ki, Anadolu’daki modern tarıma geçişi
Balkanlardan gelen muhacir olarak adlandırdığımız Yörük Türkmenler
sağlamıştır. Bir kısım Yörük Türkmenler
Osmanlı Devleti tarafından özellikle maden sahaları etrafına yerleştirilmiş ve
buralardaki madenlerin hem korunması hem de işlenmesinde çalışmışlardır. Mesela
Kocacık Yörükleri Rudnik madeni hizmetinde, Tekirdağ Yörükleri Bosna madeni
hizmetinde tayin olunmuşlar, bu alanlarda iskan edilmişlerdir. Bu insanların
özellikle tersine göç sonrası maden sahalarına yerleştirildiklerini söylersek
ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
Yaşam
tarzlarının en büyük özelliklerinden birisi de ihtiyaçlarını kendilerinin
gidermesi –kendilerine yeten- insanlar olmasıdır. Bu durum Yörüklerin tamamen
kapalı bir ekonomik yapıya sahip olduğu kanısını getirmemelidir. Çünkü Yörük
Obaları Anadolu’da kara ulaşımını –nakliyeyi- ellerinde bulunduruyorlardı.
Yörükler aynı zamanda Osmanlı ordusunun da en büyük at ve deve
yetiştiricileriydiler. İç Anadolu’da Atçeken Yörükleri ve Halep Yörükleri
geçimlerini bu yönden yetiştiricilikle sağlarlardı.
Yörükan Taifesi olarak kayıtlarda
rastladığımız Yörükler Osmanlı Devleti için önemli bir asker ve vergi
kaynağıdır aynı zamanda. Konargöçerler Osmanlı
Devleti’ne şu vergileri vermektedir. Adet-i Ağnam (Koyun ve keçi adedine
göre alınırdı. Genelde iki koyuna bir akçedir. Yörenin ekonomik yapısına göre
ağnam vergisindeki oran değişebilirdi.), Resm-i Yaylak (Bir Yörük
aşireti yaylada üç günden fazla kalırsa bu vergiyi vermek zorundadır. Her sürüden
bir koyun veya hane başına 200 dirhem yağ alınmasıdır.), Resm-i Kışlak (
Resm-i Yaylak bedeli kadar alınırdı.) Resm-i otlak ( Devlet ricalinin
belirlediği güzergah dışına çıkan Yörüklerden ceza niteliğinde alınırdı. Sürü
başına bir koyundur.) vergileridir. Bu vergilerin yanında Bennak, mücerred
(Bekarlardan gücü kuvveti yerinde olanlardan alınırdı. Üç nefere 1 kuruş
şeklinde raiçlenirdi.), avarız ve bad-ı heva vergileri de istenirdi.
XV.
yüzyıl ortalarından itibaren askeri ve stratejik vazifelerde önemli roller
üstlenmeye başlayan Yörükler, sorumlulukları kanunlarla belirlenerek, XVI.
yüzyıl ortalarında orduda hizmet eden ve devlet işlerinde önemli görevler alan
bir askeri sınıf haline gelmişlerdir. Bu gruplar ile ordunun iaşesi
kolaylaşıyor ve fetihler ilerledikçe ordunun arkası emniyet altına alınmış
oluyordu. Bu itibarla Rumeli’de Yörük sözü, Anadolu’dakinden farklı olarak
etnik bir grubu ifade etmekten çok, ordu ve devlet teşkilatında görevler alan,
bazı imtiyaz ve muafiyetleri olan askeri bir sınıfı anlatıyordu.
Bütün
bunları anlatmamızın nedeni birilerinin ısrarla Yörük Türkmenleri sadece davar
yetiştiren, peynir yapan, göçebe, yersiz yurtsuz gibi göstermelerine tarihin
ışığında cevap vermek içindir. Eğer dünya tarihi baştan aşağı değişmişse;
küçücük bir uç beyliği, üç kıtaya hükmeden bir cihan imparatorluğu olmuşsa
bunun temelinde Yörük Türkmenler vardır! Askeri, ekonomik ve siyasi anlamda
devletin temel harcı olmuş bu insanlar daima devleti kendilerinin bilmiş,
devletin yanında yer almışlardır.
Türk Milletinin ateşten gömlek giydiği o buhranlı ve
karanlık günlerde "Yörükler Türk milletinin çalışkan ve üretken
evlatlarıdır. Babam Ali Rıza Efendi yerli olarak Selaniklidir. Kendileri Yörük
sülalesinden gelir. Annem her zaman Yörük olmaktan iftihar ederdi."
diyerek kendisi de gururla bir Yörük olduğunu söyleyen
Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı vatanın ve milletin kurtuluşu için Samsun'a çıkaran
güç " Arkadaşlar! Gidip, Toros Dağları'na bakınız, eğer orada bir tek
Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz
ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez." sözünde saklıdır.