27 Şubat 2015 Cuma

HİZMET Mİ, MENFAAT Mİ ?


Yüksek idealler ancak temiz kişiliklerde, temiz yüreklerde inkişaf eder! Bulunduğu mevkileri istikbal uğrunda feda edenler, bir gün harcandıklarında yaptıkları hatayı çok acı bir şekilde fark ederler!”
Böyle derdi Çarıklı Erkanı Harp Âlim Harmanda. Babamdır benim, Anadolu’nun ücra bir köyünde doğmuş, orada büyümüş, askerliğini İstanbul Kartal Maltepe’de yapmış, okuma yazmayı askerde Ali Okulunda sökmüş bir Çarıklı Erkânı Harp… Ömrü çiftçilikle geçmiş, kıt kanaat imkânlarla dokuz çocuk büyütmüş köyü, kasabası ve vilayeti için koşturmuş bir Çarıklıdır kendileri. Nurlar içinde yatsın, kaybettiğimiz 2002 yılına kadar daima en ön saflarda koşturmuş bir insandı. Köyümüzdeki Kur’an Kursu Talebelerine Yardım Derneğinin kurucularından olmasına ve bu nedenle 12 Eylül’de tutuklanma tehlikesi geçirmesine rağmen bu dernekte aktif bir şekilde çalışmış, dernek sıkıyönetim tarafından kapatıldıktan sonra da bu dernekte yaptıklarından tek kelime etmemiş bir insandı. Merak edip sorduğumda “Biz Allah rızası için yaptık ne yaptıysak. Taşı kaldırdık, temel ettik. Temel büyüdü duvar oldu. Tek duvar dört, dört duvar bina oldu. Lafını etmeye değmez!” demişti. Daha sonraki yıllarda ağabeyim Ömer’e sorduğumda; “Babamız bir siyasi partinin delegesiydi. O nedenle adının böyle hayır işlerinde anılmasını istemiyor, yaptığı işin istismar edilmesinden korkuyordu. Çünkü o Hazreti Peygamberin –Sağ elin verdiğini, sol el bilmemeli! Düsturuna riayet etmesini seven birisiydi.” Demiş ve yılar sonra babamızın neden sessiz kaldığını anlatmıştı.
Ne kadar güzel bir anlayıştır; sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi! Yapılan işin sadece Allah rızası gözetilerek yapılması, karşılık beklenmemesi.
Bizim köy Burdur vilayetine 105 km batıda dağların arasında bir köydür. Bizans zamanında Anadolu’da kurulan ilk Peçenek köylerindendir. Epeyce eskidir. Osmanlı zamanında Tımarlı Sipahi ocağı olan köy eskiden bu yana hep yol güzergahı olmuştur. Topraklarında üç vilayetin sınırı kesişir. Bir yanı Antalya, bir yanı Muğla ve kendi vilayeti Burdur. Hatta yaylamızda-ki tarihteki adı Türk yaylasıdır.- meşhur bir tepe vardır ve adına Üç Kaymakam Tepesi denir. Eskiden Tefenni, Elmalı ve Beşkaza (Fethiye) ilçelerinin sınırları bu tepede kesişirmiş. Şimdi burada Çavdır, Korkuteli ve Seydikemer ilçelerinin sınırları kesişmekte. Bizim köyün bu özelliğinden dolayı küçük bir köy olmasına rağmen üç adet köy odası mevcuttu. Ta bizim ilk gençlik yıllarımıza kadar bu köy odaları dayalı döşeli ve misafirleri barındıracak şekilde hazır tutulurdu. Bizim evin köşesinde Taş Oda vardı. Köy önü dediğimiz yerde Hatıp Odası, eski okul binasının da olduğu Solaklar Odası. Bu üç oda, köye dışarıdan gelen, köyde eli günü olmayan gariplere, yolculara, çerçilere, nalbant ve kalaycılara hizmet verir, bunları barındırır, hem ücretsiz otel, hem de aşevi vazifesi görürdü. Bu odalar köyün bilinen bin yıllık tarihinde hep var olmuş ve gelen konuklara yüzlerce yıl bir karşılık beklemeden hizmet vermişlerdir.
Hiçbir karşılık beklemeksizin kendi ekmeğini bölüşmek, bu gün bile Anadolu’nun pek çok köyünde süren bir gelenektir. Bu geleneğin temeli İslam öncesi zamanlara, Orta Asya Türk kültürüne dayanmaktadır. Tarihte kayıtlı Türk devletlerinin hemen hepsinde (Yaklaşık rakam 138 dir.) vakıf ve yardımlaşma kültürü daima ön planda tutulmuş, toplumsal dayanışma hep canlı olmuştur. Milletimiz hakkındaki ilk tarihi kayıtlarda toplumsal dayanışma için yönetimdeki kişilerin halkın ve yolcuların refahı için yaptıkları vakıf ve imaretlerden bahsedilmektedir. Aynı zamanda topluma mal olmuş hali vakti yerinde kişilerde Orta Asya’da kurulan devletlerden günümüze kadar vakıf anlayışını aynı şevkle devam ettirmişlerdir.
Türklerde ilk dernekleşmeye meslek örgütleri bazında rastlamaktayız. Bunların en meşhuru Kırşehir’de kurulan Ahilik teşkilatıdır ki, bunun ruhu bin yıldır dimdik ayaktadır. Anadolu’da ortaya çıkan Ahiyan-ı Rûm Teşkilatı bilinen ilk mesleki birlik olmasının ötesinde aynı zamanda bir yardımlaşma teşkilatıdır.
Bu tip örgütlenmelerin, yani vakıf ve derneklerin en önemli özelliği; insanların yardımlaşma ve dayanışma bilincini ayakta tutarken, yapılan yardımları büyük bir gizlilik içerisinde yapmaları, aynı zamanda buralarda görev alan insanların kendilerini aşikar etmemeleridir. Çünkü “Veren el, alan elden üstündür!” şiarını benimseyen bu insanlar yaptıkları vazife ile anılmayı kendilerine ar kabul etmişlerdir.
Bu günün modern yaşamında Sivil Toplum Kuruluşları yerleri doldurulamaz şekilde devlet ile millet arasındaki bağın artmasında, aynı zamanda halkın sesinin ulaşamadığı yerlere ulaşmasında önemli bir köprü görevi görmektedir. Elbette yapılan işlere bakınca bu kuruluşların hayatımızın vazgeçilmezleri olduklarını görüyoruz. Dernek, vakıf yada kulüp, ne olursa olsun gönüllülük esasına dayalı çalışmaların yapıldığı ve tamamıyla toplum yararın çalışan kuruluşlardır. Şahsımda; yıllardan beri çeşitli sosyal kulüplerde, dernek ve vakıflarda görev almış birisi olarak bu hususa azami dikkat etmiş birisiyim. Ne şekil yada isim altında olursa olsun görev aldığım hiçbir sosyal kuruluşta tek bir menfaat bile beklemeden çalışmış ve halende çalışan birisiyim.
Vakıf, dernek yada kulüpler yapmış oldukları çalışmalar ve topluma kazandırdıkları ile son 50 yıldır halkın vazgeçemediği yerler olmalarının yanı sıra, sanki birilerinin bir yerlere gelmeleri için özellikle merdiven görevi gören yerlere de dönmüş durumdalar!
Bilmem ne tanıtma derneği yönetim kurulu başkanı Hasan ağa bilmem ne kazasına Belediye Reisi seçilebilmek için, bilmem ne kuşunu koruma derneği başkanı Mehmet bey falanca vilayetten mebus olmak için, filanca kültür derneği başkanı Osman emmi feşmekan meclisine girebilmek için dernekleri kullanıyorsa, asıl amacı toplum yararına çalışmak olan vakıf başkanları kartvizitlerini parti genel başkanlarının masasına iliştiriyorsa bunun adı sosyal sorumluluk değildir!
Bu yapılan sosyal yardım, dayanışma, kaynaşma, tanıtım, eğitim, öğretim değil; KENDİNİ PAZARLAMADIR!
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni bilir misiniz? Kurucuları kimlerdir? Hangi derneklerin birleşmesi ile ortaya çıkmıştır? Kurucuları daha sonra nerenin mebusu, hangi bakanlığın bakanı olmuşlardır, hiç merak ettiniz mi? Peki işgale karşı kurulan Kuvay-i Milliye teşkilatlarının kurucuları sonra ne olmuştur? Hangi büyük holdingin danışmanı, hangi şirketin yönetim kurulu başkanı olmuşlardır? Ben araştırdım, rastlayamadım…
Eğer bir davaya inanıyorsanız; ya davanızın neferliğini yapacaksınız, ya da istikbal kaygılarına düşüp de davanızı harcamayacaksınız! Eğer derdiniz istikbalinizi kurtarmak ise bu milletin duygularını istismar etmeyeceksiniz. Çünkü Türk Milleti kendisi üzerinden bir yerlere gelmek isteyenleri asla unutmaz! Ya adam gibi kültürünüze sahip çıkacaksınız, yada oyun oynamayacaksınız!
Bu yazıyı neden mi yazdım? Kendini birilerinin sesi sanıp da sırf kendi çıkarları için kültürümüzü kullanan birkaç kişi yüzünden yazdım. Onlar kim mi? Bilmem, siz bulun!

8 Şubat 2015 Pazar

BİZ KİMİZ?



Konuşsana Müslüman, neden sesin duyulmuyor?
Yoksa Türkmen Türk diye, ümmetten mi sayılmıyor?

            “Tayland hükümeti Malezya’ya geçmeye çalışırken yakaladığı 300 Uygur Türkünü Çin vatandaşı oldukları anlaşılırsa Çin Halk Cumhuriyetine iade edecek. Çoğu kadın ve çocuk 300 Uygur Türkünün Çin Hükûmetine teslim edilmeleri demek Çin yasaları uyarınca Vatana ve Sosyalizme İhanet olarak değerlendirilip idam edilmeleri demek.” –(Channel 4 İngiliz Tv Kanalı)
            Adı Demokratik Halk Cumhuriyeti, ama gerçekte koyu faşist bir diktatörlük olan Çin devleti eğer geri alabilir ise kadın, çocuk demeden 300 Uygur Türkünü kurşuna dizecek. Gerekçesi ise Vatana İhanet! Bu zavallıların tek umudu ise Türk Dünyasının ağabeyi olan Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti. Türk Dışişleri Tayland hükûmeti nezdinde girişimlerde bulunmuş  2014 Kasım ayında, ancak hala bir çözüme ulaşılamamış.
            Merak ettim, “Ben Çarliyim!” diye yürüyenler şimdilerde neredeler? Yoksa bunlar Türk diye, yürümeye gerek duymaz mı aslan hümanistler?
            Irak’ın Musul, Selahattin, Erbil, Telafer ve Kerkük kentlerinden terörist Isıs ve Peşmerge kıskacında  bulundukları için dağlara sığınan  250 bin Türkmenin zorluklar içerisinde yaşamaya çalıştıkları,  her gün 5-10 (yazması bile ne kadar acı ama gerçek bu!) çocuğun açlık ve susuzluk nedeniyle öldüğü, Türkmenlerin sistematik bir caydırma ve katliam tehdidi altında olduğu ve acilen yardıma ihtiyaçları bulunduğu, yardım edilmediği taktirde son yıllarda yaşanabilecek en büyük katliamlardan birisinin modern dünyanın gözleri önünde yaşanacağı aşikardır. –Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) Irak 2014 Kasım Raporu
            Bir tarafta terörist ve taşeron İşid-Isıs,  öte tarafta Türk düşmanı, emperyalistlerin uşağı  Peşmerge… Al birini vur ötekine… Türk Milleti kimlerin insafına kaldı? Isıs yada Işid yani Irak Şam İslam Devleti denilen ama gerçekte İslamiyet ile uzak yakın zerre kadar ilgisi olmayan caniler sürüsü. Bir anda ortaya çıkan ve ön Asyayı kana bulayan taşeron örgüt. (http://kudretharmanda.blogspot.com.tr/2014/10/kim-bunlar.html) Öte yanda yıllardan beri Irak ve Suriye devletlerinde sözüm ona bağımsız devlet kurma çabasında, ama gerçekte “Biji Serok Obama!” (Yaşa Başkan Obama!) diyerek Amerikanın emrinde olduğunu açık seçik ilan eden Peşmerge… Her ikisinin de en büyük hedefi Türk’ten arındırılmış bir ön Asya yaratmak. Hayal ama; ya tutarsa? Bunun için sözde Ezidileri, Kürtleri hedef almış gibi görünüp, gerçekte Türk  unsurları yok etmek için adeta birbirleriyle yarış etmekteler. Daha dün Kerkük ve Musul’da Peşmergenin Türkmenleri sindirmek için yaptıkları terörist eylemleri unutmadık. Binlerce Türkmenin sistematik bir biçimde soy kırımla tehdit edildiğini, okullara alınmadığını, Türkmen mahallelerinin yakılıp, insanlarımızın dağlara gitmeye zorlandığını çok iyi biliyoruz. Taşeron örgüt İşid için en zorlu düşmanlar Türkmenler! Çünkü Türkmenler  için vatan namus demek, alalade bir toprak parçası değil. Onlar savunurken topraklarını, namuslarını savunmaktalar. Bu da ön Asya’da   farklı niyetleri olan emperyalist  güçlerin canını sıkmakta.  Bu nedenle en şiddetli saldırılar Türkmenlerin bin yıllık yurtlarına yapılmakta.
Sahi haberi var mı acaba bu durumlardan Esma severlerin?  Yoksa bunların Türk olmaları yeterince ilgilerini çekmez mi Rabia’cı efendilerin? 1000 senedir o topraklarda bulunan ve Türk Milli İstiklal harbinde varını yoğunu Ankara’ya, cepheye gönderen Türkmenlerin dünyada tek güvenecekleri devlet Türkiye Cumhuriyeti, tek tutunacakları dal, Türk Milletidir! Ama ne hikmetse “Hepimiz Esmayız!” diyenleri göremiyoruz meydanlarda, neden acaba?
Bu gün hangi Ermeni çocuğuna sorsanız, size “1915 de Türkler mazlum(!) ermeni milletine soykırım(?) yaptı.” diyecektir. Bendeniz sokağa çıktığımda bizim çocuklara soruyorum bazen; Muratağa, Atlılar, Sandallar, Taşkent neresidir? Buralar size ne hatırlatıyor?   Nasıl cevaplar veriliyordur sizce? Şöyle mi; 14 Ağustos 1974 tarihinde Kıbrıs adasında bulunan dört köyde 16 günlük bebekten 95 yaşındaki ihtiyara varıncaya kadar 215 Türkün katledilmesini hatırlatıyor…mu acaba? “Abi biz ne bilelim ya hu? Tarih kitabında bunlar yazmıyor ki!” Tarihi sadece okulda okudukları tarih kitaplarından öğreneceğini sanan bir nesil. Bu neslin cehaletine sessiz kalan bizler…
  Daha yakın tarihimizi bilmiyoruz! Çocuklarımıza neyi bırakacağız? Mısırlı Esma’yı, Filistinli Rabia’yı bilen Türk çocuğu,  Kıbrıslı Ayşe’yi, Karabağlı Höküme’yi bilmiyorsa, dünyaya “Biz soykırım yapmadık, Vatan savunduk!” diyebilir mi?  
1821 den 1923 e kadar Balkanlarda, Yemen’de, Filistin’de, Irak’ta, Suriye’de ve en nihayetinde Anadolu’da 5,5 milyon insanını kaybeden Türk Milleti,  kendisine dayatılan emperyalistlerin sözde soykırım masalları ile uğraşırken,  kendi öz tarihini evlatlarına öğretmek zahmetine katlanmamıştır. Sadece 1914-1918 yılları arasında Ermeniler’ce Taş hanlara kapatılarak yakılan, kundaktaki bebekten, eli ayağı tutmayan yaşlılarına varana kadar binlerce insanı işkencelerle şehit edilen milletimiz ne yazık ki uğradığı mezalimi daha kendi çocuklarına öğretememiş! Bakü’de 20 Ocak 1990 ‘da 143 ve  26 Şubat 1992 de Hocalı’da şehit edilen 106'sı kadın, 83'ü çocuk toplam 613 Azerbaycan Oğuz Türkünü kaçımız biliyoruz ve anıyoruz?
Hakikaten; “Hepimiz Ermeniyiz!” diye çığlık atanlar, “Suyun öte yakası benim kardeşim!” diye zırlayanlar; sizin için ölen Türk olunca kıymeti yoktu değil mi?
Türk Milleti en kısa zamanda Türk Cumhuriyetleri Birliğini kurmak, esaret altındaki soydaşlarının dertlerine derman olmak zorundadır. Eğer Lefkoşa’daki Türkün acısı, Gence’deki Türkün derdi, Urumçi’deki Türk kızının göz yaşı bizi alakadar etmez ise, yarın bizim için göz yaşı dökecek kimseyi bulamayız!
Biz Türk Milletiyiz! Lütfen unutmayalım…