Sabahleyin uyanınca içimde yanan
bir şey hissetim. Bir ses "Bu gün annenin yanına git! Bir gününü birlikte
geçir. Özlemiştir seni!" diyordu durmadan... Öğleden sonra kalktım yanına
gittim. 15 Km
ötedeki anamın yanına. 83 Yaşındaki bu ulu çınarın gölgesine oturmaya vardım.
Çölde susuzluktan dudakları çatlayan, dili
damağı kuruyan birisi bir vahaya nasıl rastlarsa, kurak bahar günlerinde
sararan ekin yaprağı yağmura nasıl kavuşursa, oğlaklar, kuzular analarına nasıl
koşarsa, bizim kavuşmamızda öyle oldu. Ana oğul halleştik, dertleştik.
Ana oğul
eskilerden söz ederken aklıma anamın doğduğu köye gitmek geldi birden. On bir
kilometre ötedeki Kozağacı köyüne yolcu olduk. En son kararname ile kasaba iken
köye dönüştürülen Kozağacı'nın meşelerle kaplı mezarlığına vardık. Anam tek tek
saymaya başladı; "Bu mezar Tan oğlu Süleyman dedemin mezarı, yanındaki
küçük mezar anamın ilki Esme abamın, onun yanındaki mezar adını aldığım Dudu
halamın, arkadakiler Nenemin, Anamın, kardeşim İbrahim'in mezarı."
Hepsinin mezar taşını sanki evladını okşayan bir ana şefkati ile okşuyordu.
Adını aldığı halasının mezarına varınca "Bizim
bu cumhuriyete borcumuz var oğul!" dedi...
Bir anda rüzgar esmeyi bıraktı... Mezarlıkta öten kuşlar ötmeyi kesti...Çiseleyen
yağmur birden kesildi... 83 yaşındaki bu Madanoğlu Yörüğü ömründe ilk defa ve
belki de son kez böyle konuşuyordu... "BİZİM BU CUMHURİYETE BORCUMUZ
VAR!"
Boğazım
düğümlendi, yutkunum geçmedi bir an. Ömrüm boyunca siyasetin ve politikanın her
türlüsünden nefret ettiğini bildiğim, siyasetin s harfini bile sevmeyen anamın
dilinden bu sözü duymak beni şoka sokmuştu. "Ana iyi misin?" diye
zoraki sorabildim. Gözlerinde nem, sesi titremekteydi. Halasının üzerinde yazı
bile olmayan mezar taşını bir bebek gibi okşarken; "Dudu halam 21
yaşındaymış öldüğünde. Savaş zamanıymış. Çatlama gebeymiş. Sarı sancı olmuş, terleme
hastalığına tutulmuş. Doktor yokmuş yakın yerde. En yakın ya Antalya, yahutta
Konya'da varmış hekim. Burdur'da bile yokmuş anlayacağın. Nenem çok çabalamış, kurtaramamış. Yaz
gününde titreye tireye gövdesi yüklü ölmüş gitmiş. Nenem hep ağlardı halamı
andıkça. Bi hekim olsa yaşardı Dudu kızım derdi. Biz bu canı yaşıyorsak oğul,
Cumhuriyet sayesindedir!"
Anam okuma yazma bilmez benim. Onların
gününde okul yokmuş köylerinde. Burdur'un Çavdır ilçesine bağlı olan
Kozağacı köyünde doğmuş. Evin üçüncü çocuğu. İlki altı aylıkken ölmüş. Kıtlık
yıllarıymış. Anası yani nenem Zöhre gelin köyün varlıklı ailelerinden Seyfilerin
Ala dedenin Fettah'ın kızıymış. Çokça tarlası, bağı, bahçesi, koyun ve davar
sürüleri varmış Fettah dedemin. Durmuş dedem,
henüz 13 yaşındayken alıp kaçmış nenemi. O günü şartlarında hükümet nikahı
kıymışlar, Tefenni'de yaşını büyüterek nenemin. 14 ünde ilk çocuğunu Esma'yı
kucağına almış nenem. Altı ay yaşamış Esma bebek. Dedemin anasının adıymış.
Sıtmadan ölmüş altı aylık bebecik. Sonra bir kız daha olmuş. Adını Dursun
koymuşlar, buda ölüp gitmesin, dursun da adıyla yaşasın demişler. Dedem Askere
gitmiş Dursun olduktan sonra. "46 Ay eskercilik (askerlik) etmiş bubam.
Anam yokluk içinde bakmış bıllama (ablama), o da ölecek diye pek korkarmış.
Angara'da İreyisicumhur korumasıyımış
bubam. 40 ay Atatürk'ün yanındaymış. Yakışaklı, pardılı adamıdı bubam..
Eskerciliğinden sonra ben olmuşun. Benden sonra teyzen ve dayıların oldular.
Çobanıdık biz Koçaşın yüzünde. Okul yoğudu köyde. Olsa okurdum. Anam hep derdi,
okul olsada okusanız diye. Nedersin okuyamadık. Dayıngil eskercilik ederken
öğrendiler. Biz okuyamadık." 83
yaşındaki bu Yörük anası bana kısaca özetini yapıverdi hayatının, nenemin
mezarı başında.
"Ben 23 yaşında vardım bubanıza. Eyi
adamıdı cennet mekanı olsun. Kızlarımı okutacağım, hiç olmasın ilk mektebi
bitirsinler dedim. Saldı bacılarını okula. Allaha çok şükür, dokuzunuzda
okudunuz. Cahil kalmadınız, kör kalmadınız benim gibi..." Gözleri uzaklara, yetmiş yıl öncesine dalıp
gidiyordu. Anlatırken tekrar tekrar o yılları yaşıyor, yokluğu, kıtlığı,
hastalığı, sağlığı, çaresiz gelen ölümü anlatıyordu.
Henüz altı aylıkken ölen bacısı Esma'yı, 27
yaşında kara topraklara verdiği anacığı, tokuş melikli anasını, Zöhre gelini
anlatıyor, soğuk mezar taşına bir başka dokunuyordu. "Anam hasta oldu. Bakımsız kalmış, 7 çocuk doğurdu. Acı ayazla
çıkardık dağa. Kar, kış demezdi anam. Bi gün yattı, karnı şişti davul gibi. Emzikliydi.
İbrahim henüz 1 yaşındaydı. Goca bubamın, Çanakkale'de 17 yaşında kalan Tan
oğlu İbrahim'in adıydı. Bi bahar sabahı Rahmeti rahmana kavuştu. Anamın
cenazesi boylu boyunca yatarken hanayda, İbrahim süt diye anama atılıyordu. Ardında
6 öksüz bırakıp gitti. Tokuç melikli anam, sırma zülüflü anam. Gelin
anam..." Yılların yorgunluğunu
taşıyan fersiz gözlerinden iki damla yaş düştü mezara... "Çok şey kazandık oğul, çok şey edindik. Dokuz evlet doğurdum,
Allah devletimize zeval vermesin, dokuzunuzda sağsınız. Devletimiz hastane
getirdi, yol getirdi, telefon, elektrik getirdi. Sen hasta olduydun, Burdur
hastanesinde kurtardık seni. Bilemedik di derdini, götürdük Tefenniye, oradan
saldılar Burdur Hastanesine, 27 gün yattın,
yirmi yedi gün kucağımda salladım seni. Kurtuldun. Ömrün varmış, göreceğin gün
varmış. Yaşadın...Ya olmasaydı Burdur Hastanesi? Ya olmasaydı Tefennideki Sağlık
Ocağı? Ya gelmeseydi Konya'daki hastane Burdur'a? Biz bunları Cumhuriyetle
kazandık oğul! Ondan derim bizim Cumhuriyete borcumuz var diye!"
Doğru
dersin anam, çok doğru dersin. Yurt için canını veren, devleti için ömrünü
harcayan biz Türkleri görmeyen, bizim
dediğimiz, ama bizim olmayan bir
devletten, her şeyi ile bizim olan bir devlete geçmek elbette çok büyük bir
devrimdir!
Birisine
milleti sadıka deyip, öbürüne kavmi
necip denilip askere bile alınmayanlara her türlü hizmet ve ulufe verilirken Türk
Milletinin ikinci sınıf görüldüğü bir anlayış, demiryollarının, su
kanallarının, her türlü imarın sanki Anadolu'nun hakkı değilmiş gibi Arap
yarımadasına, Mısır'a yapılırken Türk Milletinin hep ikinci planda görülmesi,
Türk köylüsünün hep fakir kalması, sarı sancı dedikleri sıtmaya kurbanlar
vermesi bu gün bu seksenlik Türk
anasının aklında yer eden acıların hala unutulmadığının en canlı göstergesidir.
Türkiye
Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana, sınırları içerisindeki halkına hiç bir
ayrım gözetmeksizin hizmetin en güzelini vermeyi kendisine ilke edinmiş, güçlü
devletin, zengin maliyenin ancak
eğitimli ve müreffeh bir halkla olacağının bilinci ile vatandaşları arasında
hiç bir ayrım yapmaksızın hizmeti en uç noktalara kadar götürmüş ve halkının refahı
için çaba harcamıştır.
Anamın dediği gibi; "Bizim bu
cumhuriyete borcumuz var!" Bu borcu ödemek günü de bu gündür! Laik, sosyal
hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin ÜNİTER yapısının devamı için her Türk
vadesi gelen borcunu ödemek zorundadır! Çünkü şunun çok iyi farkına varmak
zorundayız ki; bu coğrafyada üniter Türkiye Cumhuriyeti emperyalistlerin en
büyük korkusudur! Milleti ve tüm kurumları ile ayakta olan bir Türkiye
Cumhuriyeti sadece kendi vatandaşları için değil, Yemen'de ki Abdullah,
Mısırda'ki Esma, Filistinde'ki Rabia için bile bir emniyet sübabıdır!
Unutmayın; bizim TÜRKİYE
CUMHURİYETİNE borcumuz var!