29 Mart 2015 Pazar

BİZİM BU CUMHURİYETE BORCUMUZ VAR!

Sabahleyin uyanınca içimde yanan bir şey hissetim. Bir ses "Bu gün annenin yanına git! Bir gününü birlikte geçir. Özlemiştir seni!" diyordu durmadan... Öğleden sonra kalktım yanına gittim. 15 Km ötedeki anamın yanına. 83 Yaşındaki bu ulu çınarın gölgesine oturmaya vardım.
            Çölde susuzluktan dudakları çatlayan, dili damağı kuruyan birisi bir vahaya nasıl rastlarsa, kurak bahar günlerinde sararan ekin yaprağı yağmura nasıl kavuşursa, oğlaklar, kuzular analarına nasıl koşarsa, bizim kavuşmamızda öyle oldu. Ana oğul halleştik, dertleştik.
            Ana oğul eskilerden söz ederken aklıma anamın doğduğu köye gitmek geldi birden. On bir kilometre ötedeki Kozağacı köyüne yolcu olduk. En son kararname ile kasaba iken köye dönüştürülen Kozağacı'nın meşelerle kaplı mezarlığına vardık. Anam tek tek saymaya başladı; "Bu mezar Tan oğlu Süleyman dedemin mezarı, yanındaki küçük mezar anamın ilki Esme abamın, onun yanındaki mezar adını aldığım Dudu halamın, arkadakiler Nenemin, Anamın, kardeşim İbrahim'in mezarı." Hepsinin mezar taşını sanki evladını okşayan bir ana şefkati ile okşuyordu. Adını aldığı halasının mezarına varınca "Bizim bu cumhuriyete borcumuz var oğul!" dedi...  Bir anda rüzgar esmeyi bıraktı... Mezarlıkta öten kuşlar ötmeyi kesti...Çiseleyen yağmur birden kesildi... 83 yaşındaki bu Madanoğlu Yörüğü ömründe ilk defa ve belki de son kez böyle konuşuyordu... "BİZİM BU CUMHURİYETE BORCUMUZ VAR!"
            Boğazım düğümlendi, yutkunum geçmedi bir an. Ömrüm boyunca siyasetin ve politikanın her türlüsünden nefret ettiğini bildiğim, siyasetin s harfini bile sevmeyen anamın dilinden bu sözü duymak beni şoka sokmuştu. "Ana iyi misin?" diye zoraki sorabildim. Gözlerinde nem, sesi titremekteydi. Halasının üzerinde yazı bile olmayan mezar taşını bir bebek gibi okşarken; "Dudu halam 21 yaşındaymış öldüğünde. Savaş zamanıymış. Çatlama gebeymiş. Sarı sancı olmuş, terleme hastalığına tutulmuş. Doktor yokmuş yakın yerde. En yakın ya Antalya, yahutta Konya'da varmış hekim. Burdur'da bile yokmuş anlayacağın.  Nenem çok çabalamış, kurtaramamış. Yaz gününde titreye tireye gövdesi yüklü ölmüş gitmiş. Nenem hep ağlardı halamı andıkça. Bi hekim olsa yaşardı Dudu kızım derdi. Biz bu canı yaşıyorsak oğul, Cumhuriyet sayesindedir!"
            Anam okuma yazma bilmez benim. Onların gününde okul yokmuş köylerinde. Burdur'un Çavdır ilçesine bağlı olan Kozağacı köyünde doğmuş. Evin üçüncü çocuğu. İlki altı aylıkken ölmüş. Kıtlık yıllarıymış. Anası yani nenem Zöhre gelin köyün varlıklı ailelerinden Seyfilerin Ala dedenin Fettah'ın kızıymış. Çokça tarlası, bağı, bahçesi, koyun ve davar sürüleri varmış Fettah dedemin.  Durmuş dedem, henüz 13 yaşındayken alıp kaçmış nenemi. O günü şartlarında hükümet nikahı kıymışlar, Tefenni'de yaşını büyüterek nenemin. 14 ünde ilk çocuğunu Esma'yı kucağına almış nenem. Altı ay yaşamış Esma bebek. Dedemin anasının adıymış. Sıtmadan ölmüş altı aylık bebecik. Sonra bir kız daha olmuş. Adını Dursun koymuşlar, buda ölüp gitmesin, dursun da adıyla yaşasın demişler. Dedem Askere gitmiş Dursun olduktan sonra. "46 Ay eskercilik (askerlik) etmiş bubam. Anam yokluk içinde bakmış bıllama (ablama), o da ölecek diye pek korkarmış. Angara'da İreyisicumhur  korumasıyımış bubam. 40 ay Atatürk'ün yanındaymış. Yakışaklı, pardılı adamıdı bubam.. Eskerciliğinden sonra ben olmuşun. Benden sonra teyzen ve dayıların oldular. Çobanıdık biz Koçaşın yüzünde. Okul yoğudu köyde. Olsa okurdum. Anam hep derdi, okul olsada okusanız diye. Nedersin okuyamadık. Dayıngil eskercilik ederken öğrendiler. Biz okuyamadık."  83 yaşındaki bu Yörük anası bana kısaca özetini yapıverdi hayatının, nenemin mezarı başında.
            "Ben 23 yaşında vardım bubanıza. Eyi adamıdı cennet mekanı olsun. Kızlarımı okutacağım, hiç olmasın ilk mektebi bitirsinler dedim. Saldı bacılarını okula. Allaha çok şükür, dokuzunuzda okudunuz. Cahil kalmadınız, kör kalmadınız benim gibi..."  Gözleri uzaklara, yetmiş yıl öncesine dalıp gidiyordu. Anlatırken tekrar tekrar o yılları yaşıyor, yokluğu, kıtlığı, hastalığı, sağlığı, çaresiz gelen ölümü anlatıyordu.
             Henüz altı aylıkken ölen bacısı Esma'yı, 27 yaşında kara topraklara verdiği anacığı, tokuş melikli anasını, Zöhre gelini anlatıyor, soğuk mezar taşına bir başka dokunuyordu. "Anam hasta oldu. Bakımsız kalmış, 7 çocuk doğurdu. Acı ayazla çıkardık dağa. Kar, kış demezdi anam. Bi gün yattı, karnı şişti davul gibi. Emzikliydi. İbrahim henüz 1 yaşındaydı. Goca bubamın, Çanakkale'de 17 yaşında kalan Tan oğlu İbrahim'in adıydı. Bi bahar sabahı Rahmeti rahmana kavuştu. Anamın cenazesi boylu boyunca yatarken hanayda, İbrahim süt diye anama atılıyordu. Ardında 6 öksüz bırakıp gitti. Tokuç melikli anam, sırma zülüflü anam. Gelin anam..."  Yılların yorgunluğunu taşıyan fersiz gözlerinden iki damla yaş düştü mezara... "Çok şey kazandık oğul, çok şey edindik. Dokuz evlet doğurdum, Allah devletimize zeval vermesin, dokuzunuzda sağsınız. Devletimiz hastane getirdi, yol getirdi, telefon, elektrik getirdi. Sen hasta olduydun, Burdur hastanesinde kurtardık seni. Bilemedik di derdini, götürdük Tefenniye, oradan saldılar  Burdur Hastanesine, 27 gün yattın, yirmi yedi gün kucağımda salladım seni. Kurtuldun. Ömrün varmış, göreceğin gün varmış. Yaşadın...Ya olmasaydı Burdur Hastanesi? Ya olmasaydı Tefennideki Sağlık Ocağı? Ya gelmeseydi Konya'daki hastane Burdur'a? Biz bunları Cumhuriyetle kazandık oğul! Ondan derim bizim Cumhuriyete borcumuz var diye!"
            Doğru dersin anam, çok doğru dersin. Yurt için canını veren, devleti için ömrünü harcayan biz Türkleri görmeyen,  bizim dediğimiz,  ama bizim olmayan bir devletten, her şeyi ile bizim olan bir devlete geçmek elbette çok büyük bir devrimdir!
              Birisine milleti sadıka deyip, öbürüne  kavmi necip denilip askere bile alınmayanlara her türlü hizmet ve ulufe verilirken Türk Milletinin ikinci sınıf görüldüğü bir anlayış, demiryollarının, su kanallarının, her türlü imarın sanki Anadolu'nun hakkı değilmiş gibi Arap yarımadasına, Mısır'a yapılırken Türk Milletinin hep ikinci planda görülmesi, Türk köylüsünün hep fakir kalması, sarı sancı dedikleri sıtmaya kurbanlar vermesi  bu gün bu seksenlik Türk anasının aklında yer eden acıların hala  unutulmadığının en canlı göstergesidir.
              Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana, sınırları içerisindeki halkına hiç bir ayrım gözetmeksizin hizmetin en güzelini vermeyi kendisine ilke edinmiş, güçlü devletin,  zengin maliyenin ancak eğitimli ve müreffeh bir halkla olacağının bilinci ile vatandaşları arasında hiç bir ayrım yapmaksızın hizmeti en uç noktalara kadar götürmüş ve halkının refahı için çaba harcamıştır.
            Anamın dediği gibi; "Bizim bu cumhuriyete borcumuz var!" Bu borcu ödemek günü de bu gündür! Laik, sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinin ÜNİTER yapısının devamı için her Türk vadesi gelen borcunu ödemek zorundadır! Çünkü şunun çok iyi farkına varmak zorundayız ki; bu coğrafyada üniter Türkiye Cumhuriyeti emperyalistlerin en büyük korkusudur! Milleti ve tüm kurumları ile ayakta olan bir Türkiye Cumhuriyeti sadece kendi vatandaşları için değil, Yemen'de ki Abdullah, Mısırda'ki Esma, Filistinde'ki Rabia için bile bir emniyet sübabıdır!

            Unutmayın; bizim TÜRKİYE CUMHURİYETİNE borcumuz var!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder