9 Mart 2015 Pazartesi

YİNE KADINLAR ÜZERİNE YAZILMIŞTIR


Zeynep, Gülsüm, Emine, Ayşe, Fatma, Özgecan…..

Adı unutulup giden milyonlara…

Dün 8 Mart’tı ya hani, sormayın! Bütün sosyal paylaşım sitelerinde kadınlar hakkında bir methiye düzme yarışı, bir göklere çıkarma telaşı kadınları ki...ne siz sorun ne de ben anlatayım! Güya Dünya Emekçi Kadınlar günü olarak ilan edilen 8 Mart günü kadınların bütün problemleri son buldu, bütün kadınlar mutlu ve mesut oldu! İki yüzlülüğün daniskasıydı yaşanan! Bütün kadın hakları ihlalleri bir günde bitiverdi. Tacizler, tecavüzler ve cinayetler bir anda bıçak kesilir gibi kesildi. Bütün gazeteler boy boy kadınlarla ilgili manşetlerle arzı endam eylediler. Tv haberleri kadınlara daha çok yer verdi. Falan ve filan yani…
            Kırk senedir bağırırım; dininizin göklere çıkardığı, ayaklarına cennetleri serdiği kadınlar kutsaldır, onlar anadır, bacıdır, yârdır, kızınızdır, ninenizdir diye. Beş kız kardeşi ve bir kızı olan ben bunları dile getirince hemcinsim olan erkekler tarafından alaya bile alınmış bir insanım. Olsun; karıncanın misali, bizim tarafımız belli en azından!
Alemlere rahmet olarak gönderilmiş peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa şöyle buyurmaktadır ''Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.''  Yani kadınları köle olarak alın satın, onları hor ve hakir görün demez!      
             Kadın kutsaldır, çünkü ANA yani temeldir. Dövülüp, hor ve hakir görülecek değil, baş tacı edilecek bir varlıktır. Eşrefi mahluk olan insana annesine, kız kardeşine, kızına saygılı olması  gerektiği bütün semavi dinlerde açık bir biçimde yazılmıştır.
            Türk Milletinde kadın denilince sadece ana, bacı, yar, kız demek değildir. Çok farklı ve önemli bir yere sahiptir Türk kadını.  Bunu tarihte kurulmuş bütün Türk devletlerinde net bir biçimde görmek mümkündür. Öyle kutsal bir yere oturtulmuştur ki; Türk destanlarına baktığımız da kadının Umay Ananın kutsiyeti ile özdeşleştirildiğini görürüz. Yaratılış destanında Yaratana ilham veren "Ak Ana" isimli kadındır. Oğuz Hanın eşleri kutsaldır. Çünkü her ikisi de ışıktan doğmuşlar, ilahi varlıklardır. Kadın toplumsal yaşamın tüm alanlarında söz sahibidir.
            Kağanın eşi olan Katun (hanım) kamutayda (ulular meclisi) kağanın yanında oturur ve kineşe (tartışmaya) müdahil olur. Çünkü kadın diğer toplumlarda görüldüğü üzere bir meta değil, devlet yönetiminde söz sahibidir. Hatta Tanrı Kut Mete'nin Çin devleti ile yaptığı barış anlaşmasını eşi Katun imzalamıştır.
            Türk kadını yönetime karışırken, Çinlilerde kadının hiç bir sosyal statüsü yoktur. Çinlilerde kadının boşanma hakkı yoktur. Buna karşın Türk Kağanlığında kadın ve erkeğin boşanma hakları vardır. Koca karısının getirdiği çeyizinin bedelini verirken, kadın para vermek veya mihrinden vazgeçmek suretiyle kocasından boşanabilirdi. Bu hakkın bulunmasına karşın Türklerde boşanma görülmediği gibi, diğer milletlerin aksine poligami (çok eşlilik) hoş görülmemiş, tek eşlilik aile hayatında önemli bir yere sahip olmuştur.
            Budizm dininin kurucusu Buda (Sidarta Gautama) ilk zamanlar kurduğu dine kadınları almamıştır! İngiltere'de kadınlar murdar sayıldığı için İncile el süremiyorlardı. Yine İngiltere'de 11 inci yüzyıla kadar kocaların karılarını satma hakları vardı!
            Meşhur Arap seyyahı İbni Battu'da (Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim Levâtî Tancî)  Rıhlet-ü İbn Battûta isimli eserinde Türk illerine yaptığı gezide şöyle demektedir. "Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türkler'in kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür." 
            Bir çok milletlere mensup kadınlar köle gibi pazarlanırken, Türk kadını toplum nezdinde itibarını daima muhafaza etmiştir. Ebul Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakime'de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmakta ve bu kızların isimlerini şöyle sıralamaktadır: "Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım." 
            Peki Altay dağlarının en yüksek doruğunun Türkler tarafından verilen ismi nedir bilir misiniz? Zahmet buyurmayın, ben  diyeyim: KADIN BAŞI!

            Türk Milleti kadını diğer milletler gibi alınıp satılır bir meta olarak görmemiştir. Tarihin her döneminde kadını baş tacı etmiş, ona hak ettiği değeri daima vermiştir. Mesela Kağan sefere çıktığı zaman ülkeyi  Katun yönetmiştir.   Çünkü Dede Korkut hikayelerinde bile rast geldiğimiz çok önemli bir husus vardır Türk Kadınında; evlenecek çağa gelen Türk kızının ok atması, çok iyi ata binmesi, kılıç kullanması ve hatta güreşmesi ne kadar destansı gelse de aranan ve olması gereken özelliklerdir. Çağlar boyu Türk devletlerinde kadınların okur yazar olmaları önemli bir meziyet  olup kız çocuklarının okutulması hayati bir öneme sahiptir. Başka uluslarda kadın alınıp satılan bir meta, Türk Milletinde Hayat Ağacının  sahibi UMAY ANA! Türk milleti kadınına daima kutsal bir hüviyetle bakmıştır.

            Türk kadını kendisine verilen bu değeri ve duyulan güveni asla boşa çıkarmamıştır. Sadece tarlada rençber, dağda oduncu, tezgahın başında halı, kilim dokuyan, karasaban ardında çift süren bir kimlikten öte, doğurduğu çocuklarına  eğitimini verecek kadar bilge, erinin yanında vatanını savunacak kadar yiğittir Türk kadını!

            Türk kadınının bütün bu hasletlerini bilen ve kendisini yetiştiren kadınla daima gurur duyan Türkün Ulu Başbuğu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, aydınlanmanın kadından başlaması gerektiğini söylemiştir. Kadınını aydınlatan, bilinçlendiren saygı duyan ve ona hak ettiği değeri veren toplumların kendisi ile barışık ve diğer milletlere önder olacağını bilen bir lider olarak evvela kadınlarımızın eğitilmesi için özel çaba sarf etmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kıt kanaat imkanları ile seçilen Türk kızlarının Almanya, Fransa gibi ülkelere eğitim görmeleri için gönderilmesini sağlamıştır.  Diyerek yurtdışına gönderdiği kızların birer aydınlanma meşalesi olması gerektiğini söylemiştir. Ebedi Başbuğun direktifleri ile yurt dışına eğitime giden Türk Kızları, asaletlerinin mensup oldukları milletten geldiği bilinci ile gittikleri ülkelerden eğitimlerini üstün dereceler ile bitirerek dönüp; Türk kadınının gurur abideleri olmuşlardır.
            Kim ne derse desin, kim neyi öne sürerse sürsün, Türkiye Cumhuriyetinin dünya devletleri arasında hak ettiği yeri alması, Özgecan ARSLAN, Ayşe PAŞALI gibi cinayetlerle dünya basınında yer almaması, ancak ve ancak eğitimli Türk anaları sayesinde olacaktır. Ne zamanki anamız, bacımız, kızımız dediğimiz kadınlarımızı sadece bir anneler günü ile, bir 8 Mart Emekçi kadınlar Gününe sığdırmaktan vazgeçeriz, ne zamanki onları “Allah’ın emanetleri, kutsal birer varlık” olarak görürüz, işte o gün Türkiye Cumhuriyeti kadını ile, erkeği ile hak ettiği yere gelmiş olur.
            Bu gün 9 Mart, yılın geri kalan günlerinde de sizden kadınlara sahte gülücükler, hamasi nutuklar beklemiyorum. Sadece kendiniz olun. Sadece kadınlara Allah Resulünün gösterdiği saygıyı gösterin.
Onlar sizlere çok daha fazla saygı, sevgi, hoş görü ve anlayış göstereceklerdir. Çünkü onlar dünyaya sizin gözünüzle değil, ANA gözüyle bakıyorlar. Unutmayın, kadınlar saygıyı yılın bir günü değil, her gün hak ediyorlar…
Son sözü Hacı Bektaş-ı Veli’ye bırakıyorum: Kadınlarını okutmayan milletler batmaya mahkumdur!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder