15 Haziran 2016 Çarşamba

TAHTA KILIÇLA İKLİMLERİ FETHEDENLER: ABDALLAR



Horasan'dan Rum'a zuhur eyleyen
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi
Binip cansız duvarları yürüten
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi?

Doksan altı bin Horasan Pirleri
Elli yedi bin de Rum erenleri
Cümlesinin servirazı serveri
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi?

Balım Sultan arkadaşı, yoldaşı
Kızıldeli Sultan dürür hem eşi
Abdal Musa Sultan dersen ne kişi
Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi? 
Abdal Musa Sultan

            Âşık Paşazade Tarihinde zikredilen dört gruptan birisi olan Abdalan-ı Rûm ya da  Anadolu Abdalları kimdir? Başıbozuk, aylak ayak takımı mı, yoksa bu toprakları tahta kılıçla fetheden, İslam beldesi eden gizli fatihler mi?   Nereden gelip, hangi tarihi görevi üstlenmişler ve ne şekilde başarılı olmuşlardır? Anadolu Abdalları Osmanlı Devletinin fetih politikalarını nasıl şekillendirmiştir? Abdallar bazılarının iddia ettiği gibi çingene midir? Yersiz yurtsuz kişiler midir?
            Evvel emirde şunu çok iyi idrak etmek zorundayız ki; Abdalan-ı Rûm olarak adlandırılan Anadolu Abdalları ile bir Türkmen boyu olan Abdallar ayrı şeylerdir. Ülkemizde yaşayan bir Alevi Türkmen boyuna da, Çin’de Doğu Türkistan’da yaşayan bir Uygur boyuna da Abdal denilmektedir. Aynı şekilde Kuzey Hindistan’da yaşayan bir Müslüman topluma da Abdallar denilmektedir. Safavi hükümdarı Şah Tahmasp Şam ve Halep Türkmenleri ile beraber İran’a giden bir Abdal oymağı olduğunu bildirmektedir. Pek çok arşiv belgelerinde Anadolu, Suriye ve Irak içerisinde Türkmen boyları içerisinde Abdal oymaklarının bulunduğu kaydı mevcuttur. Ancak asıl konumuz olan Anadolu Abdalları bir boy olmaktan öte bir görevin temsilcileri olan kişilerdir.
            Bir abdal Allah hariç dünya da ki her şeyden vazgeçmiş kişidir Abdallık mertebesine ermiş kişi hakikatin mutlak ve doğrudan bilgisine erişebilmektedir. Toplumsal bir şahsiyet olarak abdal zayıf, ezilmiş ve baskı altında olanlara yardım elini uzatan ve dinsizlere (kâfirlere) karşı mücadele veren bir otoritedir. Daha ziyade göçebe Türkmenler arasında yaygın olan abdallar Selçuklu Devletinde ve Osmanlı İmparatorluğunda misyoner dervişler olarak çok önemli görevler üstlenmişlerdir. Abdallar sanıldığı gibi sadece Anadolu’ya has bir durum değildir. Daha önce Orta Asya’da Gök Tanrı dinine inanan Türklerde Şamanlara (kamlara) Abıdal şeklinde lakaplar takıldığını da görmekteyiz.

           
Abdal deyiminin temel çıkış noktası Yeseviye yolu ya da tarikatı dediğimiz ve kurucusu Hazreti Piri Türkistan’ı Hace Ahmet Yesevi Ata isimli bir Türk düşünürü olan öğretidir. Hace Ahmed Yesevî, babası İbrahim Şeyh ve Arslan Baba'dan tasavvuf eğitimi aldı ve hocasının ölümünden sonra Yusuf Hemedani'nin yanında eğitimini tamamladı. Türkistan'da faaliyetlerini sürdüren Ahmed Yesevî'nin yolu zamanla Yesevîlik adını aldı. "Horasan Okulu" olarak da adlandırılan tasavvuf akımının en önemli temsilcisi olan Hoca Ahmed Yesevî'den adını alan Yesevîlik yolu, Türklere İslâm'ı ve dervişliğin yollarını öğretmeyi amaçlamıştır. Bunun için İslâm inancını, Türk gelenek, inanç ve yaşam tarzı ile sentezleme yolu seçilmiştir. Yesevilik yolu her şeyden evvel İslam’da kadın ve erkeğin denk olduğunu iddia eder. Bunda en önemli etken ise Tengri inancından gelen ve İslam öncesi Türk içtimai hayatıdır. Türk kadını İslam öncesinde erkek ile denk olarak hareket etmiş, bunu İslam inancı ile tanıştıktan sonra da devam ettirmeye gayret etmiştir. İşte bundan dolayıdır ki Hace Ahmet Yesevi ilk Müslüman olan Türkler arasında çok derin etkiler bırakmıştır. 
           Türklerin İslam ile tanışmaları ve geçiş süreci esnasında Türkler kendilerine dayatılan İran ve Arap kültürü ile adeta bunaltılmıştır.  Özellikle Emevi halifeleri ve komutanları Türkleri zorla Araplaştırma çabasına girişmişler, İslam adı altında Arap yaşam tarzını Türklere dayatmışlardır. Arap ve İran kültürlerinin Türk Milletine dayatılması Hace Ahmet Yesevi tarafından fark edilmiş talebelerini halkın içine salarak geleneksel Türk kültürünün yaşaması için gayret göstermiştir. Özellikle kendisinin yazdığı ve daha sonra Divan-ı Hikmet adıyla kitaplaştırılacak olan şiirlerini halk meclislerinde okutturmuştur. Hace Ahmet Yesevi’nin Hikmetleri yoğun bir kültür emperyalizmi yaşayan Türkler arasında düşünce, dil ve inanç birliği konusunda adeta birleştirici bir etki oluşturmuştur.

           Yesevilik çıktığı Türkistan’dan dalga dalga bütün Türk yurtlarına yayılmıştır. Kıpçak yurtlarından Azerbaycan’a, Anadolu’ya, hatta Hindistan’a kadar yayılmıştır. Bu inanç kültürünü bu kadar geniş bir coğrafyaya ulaştıranlar ise Horasan Erenleri ya da  Abdallar olmuştur. Anadolu Selçuklu sultanlığı zamanında Abdalan-ı Rûm olarak adlandırılan bu dervişler Osmanlının kuruluşunda da aktif olarak rol oynamışlardır. Mesela pek çok efsaneye konu olan Sarı Saltuk –ki kendisinin tahta kılıçla cihat ettiği rivayet edilir.- daha Anadolu Selçuklu Devleti zamanında Balkanlara geçerek adeta  Osmanlının fütuhatına zemin hazırlamıştır.  Bu gün Anadolu’nun pek çok ulu doruğunda genel olarak o dağın ya da dağ grubunun ismi ile anılan ve Eren tabir edilen evliya makamlarında bu Urum Abdallarının yattığını biliyoruz. Kendisi de bir Urum Abdalı olan ve Antalya Elmalı tekke Köyünde medfun olan Abdal Musa Sultan; Hace Bektaş-ı Veli için söylediği bir deyişinde doksan altı bin Horasan piri, elli yedi bin de Rum yani Anadolu erenlerinden bahsetmektedir. Osmanlı Devletinin kuruluşunda Osman Gazi adına ilk hutbeyi okuyan Dursun Fakih’de bazı kaynaklarda Anadolu Abdallarından sayılmaktadır.

            Osmanlının ilk kuruluş yıllarında gazalara katılan Anadolu Abdalları daha Anadolu Selçuklu devleti devam ederken Bizans köylerine ve şehirlerine, hatta Trakya’ya geçerek İslam dinini tebliğ etmişlerdir. Gerek yaşamları ve gerekse yüksek karakterleri ile gittikleri her yerde çok kısa sürede sevilmişler ve İslam dinini yaymışlar, hem Selçuklu ve hem de ardılı Osmanlı ordularının fütuhatlarını kolaylaştırmışlardır.
            Moğolların Anadolu’yu istila ettikleri zamanlarda Anadolu Abdalları, Ahi Evran Hace Nasuriddin’in Ahileri yani Ahiyan-ı Rûm (Anadolu Ahileri) ve Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacının kurduğu Bacıyan-ı Rûm olarak adlandırılan Anadolu Bacıları Teşkilatı ile birlikte hareket etmişlerdir. Özellikle 1261 den sonra Anadolu’da Moğollara karşı yapılan ayaklanmalarda bu üç grubun ittifakla hareket ettiklerini görmekteyiz. Özellikle Kırşehir’de Moğol hâkimiyetine karşı isyan eden Ahi Evran Hace Nasuriddin’in isyanı kanlı bir şekilde bastırılıp Ahi Evran’da şehit edilir. Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı eşinin şehit edilmesine müteakip,  Abdalan-ı Rûm’un en önemli temsilcisi Hace Bektaş-ı Veli’ye sığınır. Abdalan-ı Rûm dediğimiz Anadolu Abdalları büyük bir kıyıma uğramalarına rağmen tebliğ vazifesinden geri durmamışlardır. Anadolu’nun bu buhranlı döneminde dahi tebliğ ve gaza ruhundan ayrılmayan Abdallar,  Domaniç yaylasında kurulan o küçük uç beyliğini cihan imparatorluğu yapacak temelinde harcını karmıştır.
            Osmanlı İmparatorluğunun ilk zamanlarında özellikle Trakya ve Balkanları fethe hazırlayan ve daha sonra yeni fethedilen yerlere yerleşen Abdallar, bulundukları yerleri cazibe merkezleri yapmışlardır.  Anadolu’dan Balkanlara göç eden veya devletin yerleştirdiği ve daha sonra adları Taife-i Yörükan yada Evlad-ı Fatihan olacak olan kolonilere rehberlik ve öncülük etmişlerdir.
            15 inci yüzyıldan itibaren Abdalların Osmanlı’dan kopuşunu görmekteyiz. Sünnileşen devlet bürokrasisi özellikle 1453 yılından sonra Abdalları ikinci plana itmiştir. Netice itibariyle Anadolu ve Balkanları ilmek ilmek dokuyan, Türkleştiren ve İslamlaştıran abdalların sessizce tarih sahnesinden çekildiklerini görmekteyiz. Anadolu coğrafyasında isimleri unutulmuş olan ve hiçte hak etmedikleri halde “Başı bozuk, serseri, yeri yurdu olmayan avare” gibi tanımlamalara maruz kalan Abdalların, Ahiler, Gaziler, Alperenler kadar anılmayı ve yâd edilmeyi hak ettikleri de bir gerçektir!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder