TARİH BOYUNCA TÜRK
KADINI
VE
KAPİTALİZMİN YENİ
OYUNCAĞI 8 MART
Yüzyılların
birikimin bir gecede bırakılması, bir anda unutulması imkânsızdır. Yüzyıllardır
köleleştirilmiş, hiç bir hukuki hakkı kalmamış, eşit iken ikinci ve hatta
üçüncü sınıf bir hayata mahkûm edilmişken bir
anda dünyanın pek çok yerinde hemcinslerinin bile aklına gelmeyen ayrıcalıklara
kavuşmak Türk kadınına yaratanın bir lütfudur!
Düşünün;
binlerce sene erkeği ile yan yana tarih yazan Türk kadını sanki o tarihi yazan
kendisi değilmiş gibi bir anda kafes arkalarına kapatılmak,
kimliksizleştirilmek, yok sayılmak istenmiştir. Ne adına derseniz; akıl ve
mantık dini İslam adına! Oysa gerçek İslam hiçbir zaman kadının ikinci planda
olmasını, kadınların yok sayılmasını söylememiştir. İslam Peygamberi Hz.
Muhammed kadınlar ile istişare eder, onların fikirlerini alırdı. Ne zaman ki
kadını hor gören Arap adetleri tekrar zuhur etti, kadın İslam dininde
çocuklardan bile sonra gelmeye başladı! TÜRK kadını asla ve asla erkeğinin
gölgesinde, arkasında, onun merhametine ve insafına sığınmış bir halde
olmamıştır! Ne vakit ki İslam dinini kendine göre yorumlayan sahtekârlar
çıkmıştır ve ne zaman ki bunlar kendince Allah'ın şeriatını kendi çıkarlarına
uydurmuştur, o gün kadınlarımız orta doğunun silik kadınlarına benzemeye
başlamışlardır!
Kadim
Türk içtimai hayatında kadınlar hiçbir zaman ikinci planda olmamıştır. Bunu
gerek destanlarda, gerek halk söylencelerinde ve gerekse komşu devletlerin,
özellikle Çin ve İran kayıtlarında ayrıntılı bir biçimde görmekteyiz.
İlk
Türk destanlarından Manas destanında Manas hanın karısı Kanıkay Katun yiğit ve
bilge kişiliği ve sadakati ile çokça övülmektedir. Çok iyi bir binici, engin
görüşleri ile kocasına daima yerinde öğütler veren bilge bir eş, savaşçı bir
Katun olduğu destanda ayrıntısı ile anlatılırken, Türk Kızlarına adeta örnek
almaları öğütlenmektedir.
Bilinen
ilk Türk Kağanlarından Tengri Kut Börü Tonga (Motun-Mete) ülkeyi yönetirken eşi
Katun ile birlikte yönetmiş, hatta bir keresinde eşi Katun devlet adına Çin elçileri
ile karşılıklı antlaşma imzalamıştır.
Türk
Bilge Kağanın anası olan İl Bilge Katun; eşi İlteriş Kutluk Kağan ölünce henüz
8 yaşında olan oğlu Bilge ve 7 yaşında
ki oğlu Köl Tigin'i Umay Ana misali büyüterek ileride Türk Budununun başına geçecek
olan yiğitleri yetiştirmiştir. Her iki tarihi şahsiyetin yetişmesinde anaları
İl Bilge Katun'un etkisi çok büyüktür!
630
senesinden sonra Uygur boylarını toplayan PUSA'nın annesi devlet içerisinde
önemli bir rol oynuyor ve muhakemeleri bile o idare ediyordu!
Bir
Hayma Anamız vardır ki; küçük bir obayı koca bir cihan imparatorluğu yapan
şahsiyettir aslına bakarsanız. Kocası Gündüz Alp Fırat nehrinde boğularak
ölünce dağılmakta olan boyun başına geçen Hayma Anamız otoriteyi sağlayarak
Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'a varıp kendisine ve obasına yaylak
ve kışlak vermesini diler. Önce Ankara Katacadağ civarında yerleşen boyunu daha
sonra Söğüt'e getirir. Anadolu'da ki ilk anıt mezarında sahibi olan Hayma
Anamız tarihçilerimiz tarafından haklı olarak DEVLET ANA olarak tanımlanır ki;
hakikaten çok yerinde bir tanımlamadır!
Tarihimizin
neresine, hangi sayfasına bakarsanız bakın; bizim kadınımız Araplar, Acemler, Çinliler, Romalılar veya başka uluslarda olduğu gibi alınıp satılmamış,
her şeyden evvel ana, yani temel olarak
ailenin ve dolayısıyla Türk Milletinin emniyet sübabı olmuştur. Ünlü Arap
seyyahı ve diplomatı İbni Fadlan fakir bir Oğuz kadınının edep yerini
açık görmüş ve şaşırmıştı. Her tarafını örtecek bir bez parçasını bile bulamayan
bu fakir Türk kadınının Arap seyyahını azarlayarak söylediği sözler meşhurdur.
Arap kadınları daima kapalı gezerlerdi. Buna rağmen Araplar arasında zina
olabilirdi. (Hatta yaygın idi!) Ancak Türkler apaçık gezseler de, onlar
arasında zina denen şey olmaz ve olamazdı! Bir Göktürk kağanının zina yapan
Çinli bir prensesi, halkın önünde ve bizzat kendi kılıcı ile nasıl öldürdüğü
de, Türk tarihinin meşhur olaylarından birisidir. Türklerin bu sert
hareketlerini Çinliler vahşet olarak adlandırmışlardır. Ama ordu halindeki bir
millette, bu işler başka türlü olamazdı!
Türk
kadınları hiçbir zaman yabancı evliliklere hoş gözle bakmamışlardır. Öyle ki
siyasi evlilikler yapan Türk Prensesleri ilk fırsatta kendi illerine,
ülkelerine dönmüşlerdir. Kağanların ilk eşleri kesinlikle Türk olmak
zorundadır. Tengriden gelen kut, kağanın Türk Katunundan olma çocuklarınındır.
Hiçbir şekilde yabancı eşlerden olan çocuklara (bunların hepside siyasi
evliliklerdir.) kağanlık hakkı
tanınmazdı. Katun eşi sefere çıkınca
ülkenin yönetimini ele alır, her türlü siyasi yazışmaları eşi adına yapar,
hatta anlaşmalar imzalardı!
Gerek
kadim Türklerde ve gerekse ilk Müslüman Türk devletlerinde kadınımızın diğer
ulusların kadınlarına göre hem ülke yönetimine, hem de sosyal ve içtimai
hayatta eşinin yanında olduklarını görüyoruz. Ancak özellikle 1453'ten sonra kadınlarımızın
kafesler ardına kapatıldığın şahit olmaktayız ki; bu Türk kadınının hak ettiği
bir durum değildir! Çünkü Türk kadını kafesler ardında olabilecek bir
yaratılışa sahip değildir! Yeri gelmişken şunu özellikle yazmadan
geçemeyeceğim; Ahi Evran'ın eşi Fatma Bacı, Moğol istilasına karşı Baciyan-ı
Rûm dediğimiz teşkilatı kurmuş ve Moğollar ile harp etmiştir! Yani Türk kadını
öyle birilerinin istediği gibi hamur açan, çocuklarına bakan, tarlada amelelik
eden, silik, kimsesiz, çaresiz değildir. Gerektiğinde en önde savaşmasını
bildiği gibi, en ön safta vazife almasını da bilmiştir. Tarihimiz pek çok
isimsiz kadın şehidimiz ve gazimiz ile doludur. Bu gün pek çok Türk çocuğunun
ne yazık ki merak edip araştırmak gereği duymadığı şanlı kadınlarımızın
arasında Nene Hatun gibi isimleri abideleşenler olduğu gibi, Çanakkale’de
cephenin en ön hattında keskin nişancılık, sakilik, hasta bakıcılık, hatta fırıncılık
ve aşçılık yapanlar da vardır. Son
nefeslerine kadar vatanın selameti için çarpışan ve şehit düşerek bağrında
yatan kahraman kadınlarımızın isimleri ne yazık ki elimizde mevcut değildir. Türk
kadınları İstiklal Harbimizde erkekler ile adeta yarışmışlardır. Kuvayı Milliye
içinde çete olan kadınlarımız, düzenli orduda subay, çavuş, asker olarak en ön
saflarda düşmana uçarcasına atılmışlardır. Binlerce senedir analarının,
ninelerinin gittikleri yoldan gitmeye devam etmişler, kâh şehit olmuşlar, kâh
gazi olmuşlar ama asla namuslarını, şeref ve haysiyetlerini düşmanın postalı
altında ezdirmemişlerdir.
Türk
Milletinin Ulu Başbuğu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Türk kadınının yerlerde
sürünmesini, cehalet içinde boğulmasını, hukuk önünde kimsesiz kalmasını ve
hepsinden önemlisi erkeği ile beraber kurduğu Cumhuriyette erkek egemenliği
altında ezilmesini istememiştir. Bunun için pek çok kanundan önce medeni
yasanın ve hukuk yaslarının değiştirilmesini sağlamış; kadın ve erkek miras ve
hukuk açısından eşit konuma getirilmiştir. Türk kadını Atasına minnettar
olmalıdır. Çünkü dünyanın pek çok medeni olarak adlandırılan ülkelerinde bile
kadının adı yokken Gazi Mustafa Kemal, Türk kadınına hak ettiği yere gelmesi ve
her türlü hakkın verilmesi için çaba harcamıştır. Çünkü Türk kadını asildir. Türk kadını fedakârdır.
Türk kadını cefakârdır.
Osmanlı
zamanında birçok kez yenileşme, kalkınma çabaları olmuş ancak hiç biride tam
bir başarıya ulaşamamıştır. Çünkü yenileşme ve kalkınma asıl olana, yani bu
işin dinamizmi için olmazsa olmazı olan kadınlarımızdan başlamamıştır! Gazi
Mustafa Kemal Paşa bunun farkında olup; kalkınma ve yenileşme için kadının en
önde olmasını istemiştir. Bu nedenle hazırlanan tüm yenileşme hareketlerinde
kadınımız en önde olmuştur. Bu konuda Gazi’nin “Daha selâmetle, daha dürüst
olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak yapmak,
hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlakî, içtimaî
iktisadî hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak
yoludur.” sözü anlatmak istediğimizi daha iyi ifade edecektir.
Bu
gün Türk kadını Atasının kendisine gösterdiği hedeflerden sapmadan, aynı azim
ve kararlılıkla yoluna devam etmektedir. Sanat, spor, siyaset, ekonomi, tıp,
askerlik, adliye ve kolluk kuvveti gibi pek çok alanda kadınlarımız
erkeklerimizle yarışır haldedir.
8
Mart emekçi kadınlar gününün istismar edilerek artık tüketim günü halin gelmesi
münasebetiyle hiçbir kadın arkadaşımın bu günlerini kutlamıyorum. Çünkü kadın
benim düşüncemde bir gün ile anılamayacak kadar kıymetli ve önemlidir.
Ömrümüzün bütün anında yanımızda olan, bizimle olan kadınlarımızı bir güne
sığdırmak ancak ve ancak kapitalist emperyalizmin insanları robotlaştıran bir
tuzağıdır. Eğer bu gün kutlanacak ise-ki 8 Mart kutlama değil 1857 de yakılarak
öldürülen 129 kadın işçiyi anma günüdür- Türk kadınına medeni ve hukuki
hakların verildiği 5 Aralık tarihi Kadın Hakları Günü olmalıdır!
Eğer
kadınlarımızı ve annelerimizi yılın sadece iki gününe sığdırma gafletine
kapıldıysak; bunun tek nedeni unuttuğumuz geçmişimiz ve maddeleşen düşünce
dünyamızdır. Lütfen Türk olduğumuzu ve Türk kadını ile Türk anasının yılın bir gününe sığamayacak kadar büyük
olduğunu unutmayalım!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder