12 Haziran 2015 Cuma

TÜRK AMERİKAN İLİŞKİLERİ -1-

(1795-1919 Osmanlı Amerikan İlişkileri)

Ülkemiz bir seçim daha geçirdi. Hayırlı olsun. Halkın oyları her ne kadar sayısal olarak tam tecelli etmese de söylenecek çok bir şey yok. Artık bundan sonraki günlere bakmak gerekiyor.
Seçimin sonuçlanmasından, daha doğrusu kesin sonuçlar bile alınmadan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Jeff Rathke, yeni kurulacak hükümetle yakın işbirliğini sürdürecekleri mesajını verdi. Hadi Bismillah!  Daha sonuçlar kesinleşmemiş sözcü der ki; “ABD yeni seçilmiş parlamento ve gelecek hükümetle çalışmayı sabırsızlıkla bekliyor. Dost ve NATO müttefiki olarak yakın siyasi, ekonomik ve güvenlik işbirliğine yönelik taahhütlerimiz sürüyor.”  Bu ne demektir diye soranlara şunu hatırlatmakta yarar görüyorum; ABD Türkiye’de kim iktidar olursa olsun, kim hükümet kurarsa kursun, “Bizimle çalışmak zorundadır.” demekte! Tıpkı 1946 sonrası kurulan hükümetler, tıpkı 1960 darbesini yapanlar ve 1980 yılında “Demokrasiyi Koruma” görevini ifa edenler gibi…
Peki hiç merak ettiniz mi, nereden gelir bu Amerika’nın Türkiye aşkı? Pek çok hükümetler değişmesine, pek çok demokrasi sektelerine rağmen neden Amerika Birleşik Devletleri Türkiye’den vazgeçemez? Bu tutkulu aşkın nedeni nedir? Hiç düşündünüz mü? Sizlere dilim döndüğünce anlatmaya çalışayım efendim.
ABD 4 Temmuz 1776 da bağımsızlığını ilan ettikten sonra daima kendi iç işleri ile uğraşmış, kıta Amerikasında genişlemenin yollarını aramıştır. Bu nedenle başka bir  devletin iç işlerine bırakın karışmayı, kendi iç karışıklıkları nedeniyle epey zor günler geçirmiştir Birleşik Devletler. ABD Avrupa ile ticari ilişkilere büyük önem vermektedir. Bu nedenle ABD için Akdeniz hayati öneme haizdir. Çünkü dünya ticareti için Akdeniz vazgeçilmez bir yerdir ve ABD ihraç malları olan Mısır ve Tuzlanmış Balık gibi ürünlerin en önemli alıcıları Akdeniz ülkeleridir.
1795 yılında Akdeniz’de dolaşan iki Amerikan ticaret gemisi Cezayir Dayısı (Cezayir Beylerbeyi) tarafından müsadere edilince ABD Cezayir Beylerbeyliği ile anlaşma imzalamak zorunda kalır. ABD tarihinde tek olan bu anlaşmanın en önemli tarafı; Birleşik Devletler hükümetinin Osmanlının bir eyaletine 20 yıl boyunca  her yıl 12 bin altın yada bunun karşılığı malzeme vermek suretiyle vergi vermesidir. (1)

1823 yılında ABD başkanı James Monroe meşhur Monroe Doktrinini ilan eder. Bu doktrin  ile ABD “Amerika Amerikalılarındır” mantığı ile hiç bir Avrupa ülkesinin siyasal kararlarına karışmayacağını (non intervention), ve Kabuğuna çekilme (isolation) ilkesi gereği hiç bir çatışmada taraf olmayacağını beyan eder. Bu doktrin sadece Avrupa’yı ilgilendirmemektedir. Aynı zamanda o günün Osmanlı İmparatorluğunu da yakından alakadar etmektedir.
Osmanlı ve ABD arasındaki ilişkiler ABD’nin talebi olmasına rağmen belli bir süre İngiliz konsoloslukları vasıtasıyla devam etmiştir. Ancak 1811 yılında İzmir vilayetinde kurulan ve başkanlığını David Offley’in yaptığı Amerikan Ticaret Evi sanki bir konsolosluk gibi faaliyet göstermiş, Offley 1811 yılında ABD tarafından Osmanlı ülkesine Ticaret temsilcisi sıfatı ile atanmış ve bir konsolosun yaptığı tüm işleri yapmıştır. Offley’in resmi görevi Osmanlı devleti tarafından 1823 yılında tanınmıştır.
7 Mayıs 1830 da  Osmanlı Devleti, ABD ile Seyr-i Sefâin ticaret antlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma ile ABD Osmanlı ülkesinde dilediği yere konsolosluk açma yetkisine kavuşmuştur. (2) Görünende iki devlet arasındaki ticari ve siyasi ilişkilerin geliştirilmesi gibi bir anlam taşıyan bu ilk anlaşma, aslında ABD’li tüccarlara “en ziyade müsaadeye mahzar millet”  (the most favored nation) statüsü vermektedir.(3) Amerikalılar bu anlaşmayı kendi lehlerine fevkalade bir şekilde kullanacaklardır. Öyle ki bir anda Osmanlı ülkesinde mantar misali Amerikalı misyoner okulları faaliyet göstermeye başlayacaktır. (4) Bu anlaşmanın arkasından ABD ile  13 Şubat 1862 tarihli Seyr-i Sefain ve Ticaret Anlaşması ve 11 Ağustos 1874’te imzalanan suçluların iadesi ve tabiiyet anlaşmaları imzalanacaktır. Osmanlı devleti imzaladığı anlaşmalar ile ABD vatandaşlarına diğer kapitülasyon hakkı tanıdığı devletlerin vatandaşlarına yaptığı ayrıcalığı aynı ile tanımıştır. Ancak burada çok ince bir ayrıntı vardır; Osmanlı devleti ABD ile yaptığı ticari iş birliği anlaşmalarında gizli bir madde ile kendisine ABD tarafından maliyetine gemi verilmesi, Amerikalı mühendislerin İstanbul Tersanesinde gemi inşa etmesi istenmektedir. Her ne kadar Amerikan senatosunda  bu madde kabul edilmemişse ve Padişah 2 inci Mahmut  çok fena kızsa da, bu madde ABD hükümeti tarafından  fiilen gayrı resmi olarak hayata geçirilmiştir. (5)
Amerika ve Osmanlı Devleti arasındaki en önemli problem sadece  Amerikaya tanınan kapitülasyonlar değil, mantar misali açılan Amerikan Misyoner okulları ve bunların faaliyetleridir. 3 Kasım 1839 Gülhane Hatt-ı Şerif-i (Tanzimat fermanı) ve ardılı 18 Şubat 1856 Islâhat Hatt-ı Hümâyûn-û (Islahat fermanı) ile ABD misyonerlik faaliyetleri zirveye ulaşmıştır. Öyle  bir hal almıştır ki; 1845 yılında Osmanlı ülkesinde 34 misyoner, 12 misyoner yardımcısı, 7 okul, 135 öğrenci varken, bu rakam 1890 a gelindiğinde misyoner sayısı 177, misyoner yardımcısı 791, okul sayısı 813, öğrenci sayısı 16 bin 990 a ulaşmıştır! Ayrıca 117 kilise ve nüfusu 28667 kişilik  bir Protestan cemaati yaratmasını başarmışlardır. Osmanlı Maarif Nazırı Zühdü Paşanın yaptırdığı tahkikat sonucunda tespit edilebilen toplam 399 adet Protestan okulun büyük bir kısmı Amerikan Board adlı kuruma aitti ve bu okullardan sadece 51’inin ruhsatının bulunduğu anlaşılmıştır.(6)
Masum(!) misyoner okullarının Osmanlı ülkesindeki ayrılıkçı Ermeni ve Rumlara nasıl destek verdiği ayrı bir makale konusudur. Ancak şurası unutulmamalıdır ki; Amerikalılar Osmanlı ülkesine ellerinde çiçeklerle gelmediler! Özellikle ABD’de bulunan Ermenilerin yoğun lobi faaliyetleri neticesinde 1895 yılında ABD Senatosunda Ermeniler lehine kararlar alınmış, Osmanlı devleti alınan kararların dini nedenlerden olduğu gibi bir yanlış kanıya kapılmıştır. Oysa Amerikan misyonerleri azımsanmayacak bir Ermeni nüfusunu Protestan yapmışlar ve kişiler Ermeni nüfusun yoğun olduğu yerlerde Ermeni ulusunun bağımsızlığı için faaliyetlerine başlamışlardır.
Osmanlı – Amerikan ilişkilerinde 1913 yılının çok önemli bir yeri vardır. Çünkü bu yılda Amerikanın 28 inci başkanı Woodrow Wilson seçilmiş ve Osmanlı ile yakinen ilgilenmektedir. Kendisi siyaset bilimcisi bir akademisyen olan Wilson’a göre Osmanlı devleti yıkılacaktır ve bunun için İstanbul’a büyük elçi atamaya bile gerek yoktur! Wilson kurmaylarının  ısrarı ile Henry Morgenthau isimli bir işadamını büyükelçi atayacaktır. Henry Morgenthau pek çok Türk vatandaşının adını bile bilmediği, ancak Ermeni diasporasının neredeyse “taptığı” birisidir. Büyükelçi Morgenthau’nun Öyküsü (Ambassador Morgenthau’s Story) (7) isimli uyduruk ve yalanlarla dolu kitabın yayımcısı (8) olan Yahudi asıllı bu büyükelçi Osmanlının Almanya safında harbe girmesini engellemeye çalıştığı için Woodrow Wilson tarafından sert bir biçimde uyarılacaktır!
            Birinci paylaşım savaşında ABD her ne kadar Osmanlıya savaş ilan etmemişse de Çanakkale muharebelerinde itilaf devletlerine lojistik destek sağlamaktaydı. (9)
Wilson’un 18 Ocak 1918 de ilan ettiği meşhur prensiplerinde diğer ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması özellikle istenirken, Osmanlı için yazılan 12 inci maddesi  Sykes Pickot anlaşmasının adeta tezahürüdür.(10)

İzmir’in işgali esnasında ABD USS Arizona ve üç tane savaş gemisiyle koruma sağladı.(11) İzmir’in işgali esnasında çekilen resimler Amerikalıların bu işgalin ne kadar da karşısında olduklarını görmek açısından çok önemlidir. Wilson prensipleri ile diğer devletlerin toprak bütünlüğünü savunan ABD, iş Osmanlıya gelince pek sessizleşmiştir.

ABD binlerce kilometre öteden Anadolu’ya turistik amaçla gelmemiştir. Hasta adamın mirasından pay kapmak amacıyla gelmiş, yüz yıllık projelerle Osmanlı coğrafyasında söz sahibi olabilmek için gayret göstermiştir. Osmanlı ile kurulan ilişkilerin temelinde Anadolu ve ön Asyanın kontrol edilme isteği yatmaktadır. Binlerce misyonerin milyonlarca dolarlık harcama yapmalarının altında bu istek yatmaktadır. Bu günkü Ermeni sorununun temelinde de Amerikan misyoner okullarının faaliyetleri yatmaktadır. Dün Amerikan yardım kuruluşları ile gelen misyonerler, bu gün vakıf yada fon adı altında ülkemize gelmektedirler.
             
Türk Milleti dostunu ve düşmanını çok iyi bilmek zorundadır. Yoksa akibeti Osmanlıdan çok farklı olmayacaktır. Yazımızın ikinci bölümünde Türk Milli Kurutuluş Harbinde ABD ve TBMM ilişkilerine etraflıca bakmaya çalışacağız.

Kudret Harmanda / edebiyatgazetesi

KAYNAKÇA                                   :
1-Mine EROL, “Amerika’nın Cezayir ile Olan İlişkileri (1785-1816)”, İ.Ü.E.F. Der., sayı:XXXII, s.689-705.
2-İhsan ILGAR, “İlk Türk-Amerikan Ticaret Antlaşması”, Hayat Tarih Mecmuası, c.2 (Ekim 1969), s.5.
3-İlknur POLAT, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Açılan Amerikan Okulları Üzerine Bir İnceleme, Belleten, C.LII, 1988, S.629.
4-KOCABAŞOĞLU, “Doğu Sorunu Çevresinde Amerikan Misyoner Faaliyetleri”, Tarihi Gelişmeler İçinde Türkiye’nin Sorunları Sempozyumu Dün-Bugün-Yarın, TTK yay., Ankara 1990, s.66.
5-Erhan, Ç., “1830 Osmanlı-Amerikan Antlaşması’nın Gizli Maddesi ve Sonuçları”, Belleten, C.62,No:234,  Ağustos 1998.
6-Amerikan Protestan Misyonerlerinin Ermeniler Arasındaki Faaliyetleri ve Bunun Osmanlı-Amerikan İlişkilerine Etkisi- Mithat Aydın sf.84-85
7-  Burton J. Hendrick  Ambassador Morgenthau’s Story -1918
8- Harry E. Barnes, Genesis of the World War (New York: Knopf, 1926), pp. 241-247: (kitap hayal ürünüdür! Makale)
9-Hulki Cevizoğlu 1919’un Şifresi (Gizli ABD İşgalinin Belge ve Fotoğrafları), Ceviz Kabuğu Yayınları, Aralık 2007, s.54
10-Encyclopedia Britannica Fifteenth Edition -Wilson’s Fourteen Points Maddesi
11-New York Times, Smyrna is taken away from Turkey, 17 Mayıs 1919

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder