8 Ekim 2015 Perşembe

SARI ÖKÜZ MÜ, GÖK BÖRÜ MÜ?



Hikaye meşhurdur; bir ormanda yaşayan aslanlar ve sığırlar daima mücadele halindedir. Ancak sığırların başında olan yaşlı sarı öküz kurduğu sistemle sürüye aslanların yaklaşmasını engeller ve örgütlediği sığırlar ile hiçbir kayıp vermeden yaşar. Bu durumda artık açlıktan ölecek hale gelen aslanlar kendilerince bir çözüm yolu ararlar ve şöyle bir hile geliştirirler; sürünün genç boğalarına “Bizim sizinle bir meselemiz yok. Şu huysuz ve yaşlı sarı öküzü bize verin, bir daha size ilişmeyelim. Sizinle barış yapalım!”  diyerek barış teklif ederler. Sürünün ihtiyar öküzleri ve inekleri buna karşı çıkarken, rahatlayacaklarını sanan genç düveler ve boğalar bu teklife sıcak bakarlar ve sarı öküzü verirler. Sonu ne mi olur? Aslanlara gün doğar tabi ki!
            Yüzlerce yıl boyunca barış ve huzur içinde yaşayan Ortadoğu coğrafyası “Sarı Öküzü” birilerine yem etmiş gibi 150 senedir isyan ve savaşlarla adeta kan deryasına dönmüş durumda.  Nedendir bilinmez, başında Osmanlıdan bağımsızlık isteyen aşiretler bu gün Osmanlıyı arar olmuşlar.
            Mısır ne krallık, ne de cumhuriyet ile huzura kavuşmamış. Arap dünyasının en büyüklerinden ve hatta nüfus olarak en büyüğü olan bu Nilin bereketli ülkesi sözde bahar ile adeta cehenneme çevrilmiş, yönetim sorunu mezhep ve ırki meselelere kadar uzanmış vaziyette. İdam edilenlerin sayısını kimse bilmiyor. Firavunların ve piramitlerin ülkesi artık huzuru mumla arar olmuş.
Kuzey Afrika’nın varlıklı ülkesi  Libya,  tam bir ibret abidesi gibi duruyor. Abu Minyar’ın ülkesi artık yabancı misyonerlerin, kelle avcılarının, bir damla kan, bir damla petrol diyen paralı lejyonerlerin cirit attığı kabuslar ülkesi halini almış. Dün Arap ve Afrika Uluslar Topluluğunda halkına yaşattığı refahı ile tek olan, 150 den fazla aşireti arasında tek bir mesele bile yokken  bu gün hepsi birbiri ile  kan davalı olan Libya… Muammer Muhammad Abu Minyar el-Kaddafi öldürülmeden 4 ay önce şöyle diyordu bir röportajında “Ben ölürsem sadece Libya değil tüm bölge karışır. Çünkü bu ülkede herhangi biri ne El Kaide'yi ne de aşiretleri benim gibi kontrol edebilir"… ve dediği gibi çıkıyordu. Bu gün Libya’da silahlı gruplar parlamentoyu basıp milletvekillerini kaçırır duruma geliyordu. Sahi 2011 yılında ABD nasıl bir açıklama yapmıştı hatırlar mısınız? “Bir ülke daha sayemizde özgürlüğüne kavuştu!” Güler misin ağlar mısın derler ya, tam o şekilde işte! Özgürleşen Libya!
2003 yılında Irak özgürleştirilmişti ya, özgürleşmenin bedelini pek ağır ödedi. Saddam Hüseyin Abdülmecid El-Tikriti’den özgürleştirilen   Irak fiilen birkaç parçaya bölünürken, bu özgürleşmenin  bedelini 1,5 milyon insanın canı, yüz binlerce kadının kirletilen namusu, 1 milyon hasta ve sakat ile ödüyordu. Irak özgürleşmişti (!)
Suriye Cumhuriyeti 5 yıldır özgürleşemedi! 22 milyon 850 bin kişilik ülkeden olayların başladığı 15 Mart 2011 den bu yana 4 milyon 13 bin Suriye vatandaşı mülteci olarak komşu ülkelere sığınırken, 7 milyon 600 bin Suriye’li kendi ülkelerinde yerlerinden oluyordu. Ölenlerin sayısı çeşitli kaynaklarda farklı farklı verilirken 250 binin üzerinde insan hayatını kaybediyordu. Neden özgürleşemedi(!) bu ülke derseniz, Esad kardeş akıllı çıktı! Babasından miras yöneticiler akıllıca davrandılar. 1991 de ki komünist yıkımlardan, Saddam ve Kaddafi’den iyi ders almışlardı. Bu nedenle Suriye 4 yıldır hala özgürleşememiştir!
Ya Yemen? Sudan? Fas? Afganistan? Hiç merak etmez misiniz, neden bu özgürleşmeler İslam ülkelerinde ortaya çıkıyor diye? Neden İngiltere özgürleştirilmez? Bin senedir İngilizlerin üzerinde monarşik bir hakimiyet kuran Elizabeth ve varisleri başka bir ülkeye göç ettirilmez? Yoksa İngilizler özgür mü? Almanya neden özgürleşmez? Ya Fransa? Demokrasi havarisi kesilen ABD? 20 tröstün esaretindeki ABD özgürleştirilmeyi hak etmiyor mu?
Sizce nereden çıktı bu yalancı Arap Baharı? Nasıl oldu da bir anda Kuzey Afrika’dan Suriye’ye, Yemen’den Afganistan’a ateş topu komple İslam coğrafyasını sardı? Düşündünüz mü? Dünün muktediri olan Arap diktatörler yerle bir olurken, onların iktidardan uzaklaştırılmaları neden kaosun önüne geçemedi? Sözde özgürleşen ülkeler neden hala kan deryası? Oluk oluk insan kanı akarken, bu akan kan yoksa bir yerlere petrol olarak mı dönüyor? Milyonlarca insan mülteci durumuna düşerken, birileri bunu nasıl  ranta çevirebiliyor?
Aslına bakarsanız olayların tek bir açıklaması var. “Bir damla kan eşittir bir damla petrol!”  Bunun için de savaş makinesinin durmadan çalışması, değirmen gibi insan öğütmesi gerek. Kalem ile çizilen haritaların bozulup, kanla çizilmesi gerek. Koyun koyuna yaşayan milyonlarca insanın dil, din, mezhep, aşiret gibi kavramlarla bölünmesi ve birbirine düşürülerek yok edilmesi gerek. Bunun için de güçlü olan, bu coğrafyada söz sahibi olan kim varsa emperyalistlerin önünde çekilmesi, bertaraf edilmesi gerek.
Bu saydıklarım sanılmasın ki bir anda ortaya çıktı. Hayır! Önce İslam Coğrafyasının Sarı Öküzünün kurban edilmesi gerekti. Sarı öküz kurban edilecek, sonra aslanlar sürünün içine dalacaktı. Nitekim öyle de oldu! Ortadoğuda dosta hakikaten güven, düşmanına ise korku veren Türk Silahlı Kuvvetleri adeta sarı öküzün durumuna düşürüldü. Bu bir sav değildir, hakikattir. Bakın ne diyor Amerikalı CIA’nın Türkiye uzmanı Henri J. Barkey “Yaptığımız görüşmelerde bize, ’AB’ye girmek ve demokrasi istediklerini, bunu kendileri için bir rönesans olduğunu’ söylediler. Türk Ordusu ise ABD’ye güvenmiyordu. Irak’a ABD’den bağımsız girmek istediler. Avrupa Birliği adaylık sürecinde müzakereler yoluyla orduyu çok sıkı bir kafese kapattık!” yani sarı öküz kurban verilmişti! Ortada  müthiş bir kumpas vardı. Türk Silahlı Kuvvetleri halkının ve İslam aleminin nazarında kötü bir duruma düşürülecek, ardından ordu kendi meseleleri ile uğraşırken, emperyaller Ortadoğu’da istedikleri şekilde at oynatacaklardı ve oynattılar da! Sadece AB vasıtası ile değil, iç dinamiklerle de(!) TSK moral olarak çökertilmek istendi. "Türkiye bağırsaklarını temizlerken" Kuzey Afrika üzerinden Arap yarımadası ve arkasından Levant bölgesine yalancı bir bahar gelmeye başladı.
Arap Baharı denen uyduruk bahar nereden çıktı? Durduk yerde bir anda nasıl ortaya çıktı bu kanlı bahar? Birileri kalkıp bunun İsrail devletinin yerini sağlama almak gayesi ile ortaya koyduğu Mossad tabanlı bir hareket olduğunu söylemektedir. Bir diğer grup ise bu gün yaşananların Arz-ı Mevdut (vaat edilen topraklar) meselesi olduğunu, Medinat Yişrael'in büyüme gayreti olduğunu iddia etmektedir. Bir başka kesim ise bu gün yaşananların Armegeddon (Melhame-i Kübra) için hazırlık olduğunu, ne kadar çok insan ölürse bu savaşın daha tez kopacağını söylemekte, bu işin müsebbiplerinin Kabbalistler olduğunu beyan etmektedir. Olaylara farklı açıdan bakan bir diğer grup ise Ortadoğunun ve İslam aleminin tekrar dizayn edilerek, Hristiyan batı ve müttefiklerince yeni sömürülecek kaynaklar için bu savaşların ve isyanların  çıkartıldığını söylemektedirler. Aslında hepside kendi çapında doğruyu söylemekte, ancak parçaları tam yerine oturtamamaktadır.
İsrail yaşamak için, bu coğrafyada var olabilmek için daima savaşmak zorundadır. Saldırganlığının altında yatan gerçek budur. Bunun için de düşmanlarını ortadan kaldırmak, 5 bin senelik Arz-ı Mevdut hayalini gerçekleştirmek zorundadır. Bu nedenle bölgede kendinden güçlü, hele hele güçlü Müslüman bir ordu istememektedir. Öte yandan  Kabalistlerin büyük savaşı çıkarma gayretleri artık komplo teorisi olmaktan çoktan çıkmıştır.  İşıd (Isıs-Daeş) terör örgütünün bir anda ortaya çıkması, ortalığı kasıp kavurması, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da çıkan terör örgütlerinin yabancı istihbarat servislerinin birer projesi olduğu artık gün gibi aşikardır. Hedef büyük savaşın (Armegeddon-Melhame-i Kübra) çıkartılmasıdır.  Öte yandan Batı dünyası Ortadoğu’da sadece petrolün peşinde değildir. Yeni yaşam kaynakları ve alanlarının da peşindedir. Şimdi aklınıza şu soru gelebilir; ne yapacaklar ki orta doğunun çöllerinde? Ben de diyorum ki Ortadoğu sadece çöllerden oluşmuyor. Verimli Mezopotamya ve Anadolu’da aynı bölgenin içerisinde! Avrupa ve Amerika’ya sadece petrol değil, başka yer altı ve yer üstü zenginlikleri de gerek.  Bunların rahat rahat ele geçirilmesi ise ancak bölgenin emniyet sübabı olan TSK’nın Sarı Öküz misali aslanlara teslim edilmesi ile mümkündü!
İslam dünyası bu gün 100 yıl önce işlediği hatanın diyetini vermektedir. 100 sene önce Türk Ordusunu arkasından vuranlar, bu gün aynı ordunun varlığına muhtaç hale gelmiştir.
Hıristiyan batının ve bağlaşıklarının bir yandan demokrasi adı altında TSK’yı kafeslerken, diğer yanda bölücü terör örgütüne destek vermelerinin altında da Sarı Öküzün hala kesilememiş, yok edilememiş olması gerçeği yatmaktadır. Türk Milleti ordusuna daima güvenmiş, ordusunu peygamber ocağı görüp, Ulu Başbuğu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün dediği gibi "Biz Türkler ordusu olan bir millet değil, milleti olan bir orduyuz!” düsturunu unutmamıştır! Türk Silahlı Kuvvetleri binlerce senelik bir geleneğin temsilcisi, milletinin ve vatanının yılmaz bekçisidir. Türk Silahlı Kuvvetleri yaşlı Sarı Öküz değil, dosta güven, düşmana korku veren GÖK BÖRÜ’dür! Ölmesini bekleyenlerin de ömürleri yetmeyecektir!



25 Eylül 2015 Cuma

MERHAMET...











Sınırları kim çizdi?
mavi gökyüzünü kim boyadı karaya
kim vurdu ayaklarımıza prangaları
Kim taktı ellerimize kelepçeleri?
Kan olmuşken kıpkırmızı ufuklar...
mavilikler açar mı dersiniz?
Suriyeli mülteci son nefesini verirken
tel örgülerde, balık gibi vururken sahile...
sahi dayanır mı yüreğiniz?
Şehit düşerken insanlık, kapitalin kollarında
bir komünist küfrü ile lanet eder misiniz?
Fatihaya muhtaç binlerce mülteci ölüye,
Bir Müslüman gibi göz yaşı döker misiniz?
Sanmayın ölen, sadece bir cesettir...
Ölen aslında gözünüzdeki son damla,
yüreğinizdeki son kırıntısı...
Ölen, insanı insan yapan;
merhamettir!
25.09.2015 01:50
Kudret Harmanda


9 Eylül 2015 Çarşamba

KIRIL-MA!


            Terör örgütlerinin  en büyük amacı toplumu anarşi ve kaos ile umutsuz ve çaresiz duruma düşürmek, bezdirmektir. Bu şekilde hedeflerine ulaşacaklarını sanırlar. Eğer toplum akıllıca davranır, birlik ve beraberliğinden taviz vermezse terör örgütleri başarısız olur, silinip giderler.
            Pek çok ülkede zaman zaman ortaya çıkan terörist gruplar amaçlarına ulaşabilmek için düşmanla işbirliğine girmekten geri durmazlar. Sırf amaçlarına ulaşabilmek için kendi savundukları ideolojilerini bile bir tarafa bırakırlar ve sözüm ona düşmanı oldukları karşıt fikirleri savunan yapılarla bile işbirliğine giderler. Bunda her iki tarafta sözde kazanan olduğunu sanır, ama gerçekte kazanan burada terör örgütleri değil, onların hamiliğini yapan ve onları maşa olarak kullanan devlet yada organizasyonlardır. Tarihin tozlu yaprakları böyle kirli işbirliklerini hala yazmaktadır.
            Osmanlının son zamanlarında ortaya çıkan Ermeni, Rum, Bulgar ve Arnavut tedhiş örgütleri en büyük yardımları ne hikmetse hep Rusya, İngiltere, Venedik, ABD gibi zamanın güçlü devletlerinden görürken, günü gelince en büyük kazıkları da yine bu ülkelerden yemişlerdir. Öyleki Rusya sözde Doğu Anadolu'da  Ermeni devleti kurma hayalindeki Ermenilere yardım ederken, kendi işgali altındayken (tarihimizde meşhur 93 harbinden 1918'e kadar 40 yıl boyunca) ne hikmetse Ermenilere alın devletinizi kurun diye işgal ettikleri toprakları vermemişlerdir. Aynı şekilde Amerika Birleşik Devletleri misyoner okulları ve sözde yardım dernekleri ile Protestan ettikleri 70 bin Ermeni'yi tekrar Anadolu'ya gönderirken niyetleri bağımsız bir Ermenistan değil, sömürü kolonizayonu kurmaktır. Birinci Paylaşım Savaşında yükselen Arap Milliyetçiliğini lehine kullanmaya çalışan İngilizlerin savaşın bitiminden sonra bunları Arapların kara kaşına, kara gözüne vurgun oldukları için yapmadıkları, Arap coğrafyasını yüz yıldır sömürmelerinden bellidir.
            Türk Milli İstiklal Harbi esnasında ayrılıkçı Pontus, Ermeni ve Kürt örgütlerine en büyük desteğin İngiltere ve bağlaşıkları tarafından verildiğini bilmem söylemeye gerek var mı? Türk Milletini Anadolu bozkırına gömmeyi kendisine görev addetmiş olan Büyük Britanya Krallığı en küçük kıvılcımı bile değerlendirmiş, adeta ortalığı yangın yerine çevirmiştir. Çünkü "İngiltere'nin düşmanları yoktur, İngiltere'nin dostları da yoktur; İngiltere'nin çıkarları vardır!"
            Yeryüzünde canları sıkıldıkça başka ülkelere demokrasi (!) götüren emperyalistler götürdükleri sözüm ona demokrasi ile bu ülkelerin yer altı ve yer üstü kaynaklarını sömürmekte, çıkıp gittiklerinde tabiri caizse bu ülkeleri sıkılmış limon gibi posa halinde ve kargaşa içinde bırakmaktadırlar. Yanı başımızda Irak devletinin ve Suriye’nin durumu bellidir. Sözde Kaddafi diktatörlüğünü yıkanların Libya’yı kaça böldükleri ortadadır. Yemen’de demokrat (!) Katar ve Suudi Arabistan bir bataklığa saplanmışlardır. Büyük ağabeylerinin emri ile Yemen’e giren aklı evveller bu gün yaktıkları ateşin kendilerini yakacağından bihaberdir!
Sadece İslam coğrafyasında değil, dün Vietnam’da, Kamboçya’da, Guatemala’da bataklığa saplananlar, milyonlarca insanın kanına giren küresel çeteler bu gün aynı oyunu ülkemizde sahnelemek istemektedir. Görünende Marksizm arkasına maskelenmiş faşist pkk terörü, ama gerçekte arkasında sayısı onları bulan yabancı istihbarat çetelerinin yürüttüğü kirli bir savaşın içindeyiz. Bunun yaygınlaşması için de sözüm ona kendilerine durumdan vazife çıkaran bazı çevreler yoğun bir çaba sarf etmekteler. Birkaç slogan ile kitleleri harekete geçirenler ikinci hedef olarak ülkede etnisiteye dayalı bir iç savaş gayreti çıkarma içindeler. Sizce kime yada neye hizmet ediyor dersiniz bu cevval vatandaşlar? Sosyal ağlar üzerinden kitleleri harekete geçiren, terörü ve terörist saldırıları protesto ettiğini, şehitlerden dolayı tepki verdiğini söyleyen bu şahıslar kime hizmet ettiklerini biliyorlar mı dersiniz? Tepki ve protesto demokratik yollardan olduğu sürece kimse ses çıkartamaz! Ancak; tepki vermek adına işi yağmaya, çapula ve Vandalizm’e götürürseniz adama “Sen kimin askerisin?” diye sorarlar!
Ülkemiz hakikaten çok zor bir süreçten geçmektedir. Malum bir siyasi partinin sorumlu konumundaki kişisi BM, NATO ve Avrupa Birliğinin Türkiye’de ki duruma müdahale etmesini istemektedir. Bu ne demektir derseniz; Bölünmüş Ortadoğu Projesinin son ayağı olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin parçalanması için uluslararası bir ittifak kurulmasını istemektedirler. Amaçları tıpkı Irak, Libya, Mısır, Suriye örneklerinde olduğu gibi ülkemizi uluslar arası arenada suçlu konuma düşürmek, “Türkler Kürtleri öldürüyor, gelin kurtarın!” diyerek milletimizi katil, devletimizi otoriteyi sağlayamayan kabile devleti gibi göstermektir.
Bizim milletimiz böyle ucuz oyunlara ve provokasyonlara kapılacak bir millet değildir. Devletine ve onun kurumlarına güvenir. Bu nedenle birilerinin özellikle tahrik etmelerine kapılarak birilerine saldırılmaması gerektiğini, adalet, asayiş ve güvenliği devletinin yetkili organlarının sağlayacağını da gayet iyi bilmektedir. Türk Milleti derleme toplama bir toplum değil, 4 bin yıllık devlet geleneği olan bir millettir. Tarih boyunca kurduğu devletler ile teşkilatçılığını cümle cihana göstermiş bir millettir.
Bu kirli oyuna gelmeyerek, Türklerin ve Kürtlerin akıllıca davranıp birbirine düşmesini bekleyenleri hayal kırklığına uğratması gerekmektedir. Eğer bu oyunlar boşa çıkartılmazsa yakılacak ağıtlar Türkçe ve Kürtçe olacaktır. Atılacak sevinç çığlıklarının İngilizce, Almanca, Fransızca, İbranice, Farsça, Yunanca, Rusça olacağını da unutmamak gerekiyor! Bizler yani Anadolu coğrafyasında yüzlerce yıldır bir arada yaşayan insanlar etle tırnak gibi değil, baş ve gövde gibiyiz. Unutmayalım, kız aldık, kız verdik. Bu gün çoğumuzun ister Türk, ister Kürt olsun dayı, teyze, hala çocuklarının birbirine kırdırılmak istenen taraftan olduğunu unutmayalım!
Son olaylarda ortaya çıkan büyük bir gerçek var; PKK terör örgütü bu kadar büyük saldırıları yapacak ne teknik alt yapıya, ne de lojistik imkana sahip. Buda göstermektedir ki, anılan örgüte yardım eden çok derin yapılar var. Türk Milleti bunu göz ardı etmemelidir. PKK ve işbirlikçilerinin asıl amacı Ortadoğuda istikrarlı bir Türkiye’nin olmaması, terörden beslenen emperyalist güç odaklarına sömürecekleri yeni alanların  açılmasıdır. Öyle olmasaydı 1974 yılında kurulan bölücü örgüt şimdiye kadar kaç defa bitme noktasına geldi ise bir şekilde tekrar dirilmezdi. 2 aylık bebeklere bile kurşun sıkmaktan imtina etmeyen bu canilerin asıl hizmet ettikleri yer Kürt halkı değil, bu coğrafyayı sömürmek isteyen emperyalist devletlerdir. Türk Milleti uyanık olmak zorundadır. Bu gün sadece doğu ve güney doğu bölgelerimizde gerçekleşen anarşi olayları doğrudan milletimizin sağ duyusu yok edilerek  bütün ülkeye yayılmak istenmektedir. Burada halkımız akıllı davranıp silahlı kuvvetlerine ve emniyet güçlerine güvenmek, sağ duyulu olmak zorundadır.
Ülkeyi yönetmeye talip olan kim olursa olsun halkın öfkesini yatıştırmak gibi bir zorunluluğu vardır. Üstte çatışma çıkartılıp, altta halkın sakin olması beklenemez. Bu konuda görev mevcut tüm sivil toplum kuruluşlarına, siyasi partilere ve kanaat önderlerine düşmektedir.
Kimse şunu unutmasın; bu gün bölücü örgütün şehit ettiği gerek asker ve gerekse emniyet güçlerimizin içinde Türk asıllılar olduğu kadar Kürt ve hatta başka kökenden olan kardeşlerimizde bulunmaktadır. O halde yapılacak tek şey; ülke olarak derdimize, kederimize ve sevincimize sahip çıkmak, yüz yıllardır bir arada yaşadığımız, ekmeğimizi bölüşüp, suyunu içtiğimiz, ölüsüne ağlayıp, birlikte halay çekip horon teptiğimiz insanlarımızı ötekileştirmemek, birbirimizin yaralarını sarmaktır. Zaman kırılma, darılma, düşmanlaşma zamanı değil, kardeşlik zamanıdır! Bunu başardığımız anda kazanan biz, kaybeden rezidanslarda oturan küresel çeteler olacaktır!

            Haydi Türkiyem; sen bunu başarırsın! Düşmanına koz verme, yüz yıl önce başaramadılar, şimdi başarmalarına izin verme!

3 Eylül 2015 Perşembe

KURANSIZ İSLAM


Kuransız İslam olur mu? Allah kelamı olmadan, Allah’ın ilahi yasalarının yazılı olduğu Kuran olmadan İslam olur mu? Hazreti Muhammed Müslüman inancına göre Allah’ın insanlığa gönderdiği son peygamberdir, o halde Onun sünneti olmadan İslam olur mu?
Denilir ki, İslam geldi bütün dinler batıl (Allah katında geçersiz) oldu. Peki bu gün yaşanan nedir? Allah’ın kitabı, peygamberi olmadan yaşanan hangi dindir? Barış dini İslam nasıl bir anda sapık ideolojilerle anılır oldu? Sevginin ve kardeşliğin salık verildiği bir din nasıl oldu da terörizmle anılır oldu? Sorular uzayıp gidiyor…Cevaplar ise soruların çokta uzağında değil.
Evvel emirde bu soruları sorduran neyse, cevabı da onda gizli. İslam alemi ne zaman ki kutsal kitabının ilk emri olan “Oku!” ve peygamberinin “İlim Çin’de dahi olsa gidip alınız!” emrini unuttu, hayatından Allah’ın kitabını, Resulünün sünnetini çıkardı. İşte o gün kutsal kitabının “Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün”(Bakara-231) ve Allah Resulünün "Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam!” (Müslim, İman,89, Hadis no:351) sözlerini bir kenara itti, dinini başkalarının isteği üzerine yaşamaya başladı. Peygamberin kızı olması bile kurtaramaz dediği evladına verdiği nasihati unutan İslam alemi, kurtuluşu şıhların, şeyhlerin ve tarikat liderlerinin iki dudağı arasında aramaya başladı. O vakit beğenmediğimiz ve her zaman orta çağ karanlığında dediğimiz batı alemi bilim ve teknolojide üstünlüğü ele geçirdi. Kimsenin suçlu aramasına gerek yok. Suçlu muskadan, nefesten, şıhların şefaatinden medet uman anlayıştır. Bilim ve teknolojide altın çağı yaşayan İslam coğrafyası bu gün savaşlar, karışıklıklar, kan ve göz yaşı ile anılıyorsa bunun tek suçlusu yine İslam dinini bilmeyen Müslümanlardır!
İslam alemi kendisine gönderilen Kuranı okumak, idrak etmek ve anlamak zorundadır. Yoksa bu coğrafyada kan ve göz yaşı kıyamete kadar dinmeyecek, Müslümanlar emperyalistlerin oyuncağı olmaya devam edecektir. Kökü dışarıda terör örgütlerinin avı olan gençler kim ve ne için öldüklerini bilmeden ölmeye devam edeceklerdir. Düşünün; yüz yıldan bu yana dünyada en fazla kıyım İslam coğrafyasında yaşanmakta, Müslümanlar adeta birbirini boğazlamada yarışmakta. Sözde İslam adına cihat için ortaya çıkan sözüm ona İslamcı(!) oluşumlar ne hikmetse Müslüman kanı dökmekte, cihat yaptığını söyleyenler karşı olduklarını söyledikleri gayrı müslim devletlerde bırakın eylem yapmayı mantar tabancası bile patlatmamaktadır!
Yazdıklarımdan terörü hoş gördüğüm anlamı çıkartılmasın, asla! Hiç bir canlının bir başkasının hayat hakkına kastını asla hoş görmem. Ancak sözde İslam adına çıktığını söyleyen terör organizasyonları cahil Müslümanların kanı üzerinden beslenirken, neden cihat ettiklerini söyledikleri kafir devletlerde varlık göstermez de hep dökülen Müslüman kanı olur onu sorgularım. Nedeni gayet açık ve nettir; Allahın kitabını, Onun resulünün yolunu terk etmek, Allaha inandığını söylerken Allahı unutmak, peygamberin yolundan gittiğini söylerken onun felsefesini bilmemek, İslam dininin hakiki anlamını bilmeden şıhların telkini ile hareket etmek, Müslüman olduğunu söylerken okunan Kuranı bile anlamamak… Bütün bunları üst üste koyduğunuz zaman sözde İslam adına kan dökenlerin neden ve nasıl beslendiklerini ve kimlere hizmet ettiklerini gayet iyi anlamaktayız.
Gerçek dinini bilen, İslamın felsefesini tam olarak idrak eden hiçbir kimse eline silah alıp bir başkasının canına kıymaz. Asıl can alıcı mesele buradadır. Biz dinimizi Allahın ve Resulünün getirdiği anlayışa göre değil, bu işin ticaretini yapanların direktiflerine göre yaşıyoruz. Bunun neticesinde de İslam coğrafyasında kan ve göz yaşı dinmiyor.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Türk Milletinin yüz yıllar boyu akıl ve mantık dini İslamı sırf birilerinin telkini ile yaşadığını gördüğü için 1924 yılında 29 merkezde İmam Hatip Okullarını açtırmış, bu okulların öncelikli müfredatı olarak yabancı dil ve bilim dersleri konulmasını istemiştir. Çünkü Gazi Mustafa Kemal ve Cumhuriyeti kuran kadronun 31 Mart gibi gerici bir ayaklanmanın sonuçlarını görmesi, din eğitiminin bilimsel temellere oturtulması gerektiğini bilmesine yetip artmaktadır. Atatürk inanç konusunda da aydın fikirli din adamlarının toplumu yönlendirecek kişiler olduğunun bilinciyle hareket etmiş, açtırdığı İmam Hatip Okullarının başına aydın görüşlü deneyimli eğitimcilerin getirilmesini özellikle istemiştir. 21 Nisan 1924 tarihinde İstanbul Daru’l-Fünûnunun hükmi şahsiyeti hakkındaki kanun ile İstanbul Üniversitesi bünyesinde İlahiyat fakültesi kurulmuştur.
Gazi Mustafa Kemal, Türkiye’nin akıl ve fen ile ilerleyebileceğini her fırsatta dile getirirken, toplumun İslam dinini hurafelerle, dogmalarla değil, gerçek din eğitimi almış akıl ve bilim süzgecinden geçmiş din adamları vasıtasıyla öğrenmesini istemiştir. Sadece Kurtuluş savaşı sırasında 17 bin medrese talebesinin askere gitmediklerini söylersek her halde Atatürk’ün neden din eğitiminin bilimsel temellere oturtulmasını istediğini anlayabiliriz. Türk Milletinin ölüm dirim savaşında bir kolordu kadar kişinin askere gitmemesi demek, sırf bunu Osmanlının talebeler askere alınmaz adetinden kaynaklanması, birde üstüne üstlük medrese hocalarının Gazi Mustafa Kemal’den medrese sayısını arttırmasını talep etmesi durumun vahametini açıklamaya yeter sanırım.
Unutmayın; Allah’ın kitabı Kuran olmadan, peygamberin sünnetleri olmadan, şıhlarla, şeyhlerle, melelerle efendilerle İslam olmaz! Sırf dinimizi akıl ve mantık dairesinde öğrenmemizi istedi diye Atatürk’e düşmanlık etmek, birilerinin gelir kanallarını kapattığı için Atatürk’e dinsiz demek cehaletin dik alasıdır! Bu gün din bezirganlarının yegane korkusu gerçek İslamın öğrenilmesi, Müslümanların kutsal kitapları Kuranı okumaları, anlamaları ve idrak etmelerdir! Çünkü gerçek İslam’ı öğrenen cennete girmek için şıhın eteğine değil, Allahın kitabına sarılacağını bilir!
Allah Türk Milletine dininin kutsal kitabı Kuranı Kerimi okuyup anlama ve ebedi önderi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün Nutkunu okuyup düşmanlarını tanıma basireti versin!

6 Ağustos 2015 Perşembe

BİRLEŞİK ORTADOĞU PROJESİ


            Bir coğrafya düşünün ki; yüz yıldır hiç suların durulmadığı…insan kanının oluk gibi aktığı…insan hayatının bir tavuk canı kadar değerinin olmadığı…bir damla kanın bir damla petrol etmediği…yüz yıldır kan, göz yaşı ve kaosun hakim olduğu… Ortadoğu; dünyanın göbeği, kutsal kitaplara ve söylencelere göre ilk insanın medeniyetler kurduğu, semavi dinlerin merkezi, çıkış noktası… Tek bir  Tanrıya inandığını söyleyen  ama aynı Tanrı adına 5 bin yıldır kan akıtan insanların coğrafyası. Camideki Ezanın kilise çanlarına, Musevi ilahilerine karıştığı topraklar. Bu topraklar üzerindeki insanların kanına ekmek doğrayan yeni projeler…     
Meşhur BOP yani Bölünmüş Ortadoğu Projesi son sürat devam ederken, Ortadoğu kan gölüne dönmüş, milyonlarca insan sefil ve perişan aç biilaç vatanlarından olurken, taşeron örgütler İslam coğrafyasında tozu dumana katarken Bölünmüş Ortadoğu Projesinin detaylarını araştırırken; yaşadığı çağa değil, gelecek yüzyıllara bile ışık tutan Atatürk acaba Ortadoğu hakkında neler düşünüyordu diye düşünmeden edemiyor insan. Atatürk zamanının tanıklarının hikayelerini okumak, Türkiye Cumhuriyetinin o günün şartlarında izlediği Ortadoğu siyasetini incelemek için kaynaklarımı karıştırmaya başladım. Gördüm ki, bizden özellikle bazı şeyler saklanmış, gösterilmemiş. Sanki Atatürk sadece Türkiye ve batı ile alakadar olmuş ve hiçbir şekilde Müslüman ülkelerle ilgilenmemiş. Hoş, o günkü şartlarda kaç Müslüman ülke bağımsızdı ki? Ama kazın ayağı öyle değil işte!
            Atatürk;  Ortadoğu olarak adlandırılan uydurma İngiliz teriminin kapsadığı coğrafyada Türkiye’nin var olabilmesi için emperyalistlerin buradan çıkıp gitmesi ve bu bölge halklarının kendi kaderlerini tayin etmesi gerektiğini bilen bir liderdi. Çünkü gerek bölge ülkelerinin ve gerekse Türkiye’nin birinci paylaşım savaşında uğradıkları zararın ve açılan yaraların ancak kendi imkanları ile kapanacağını, orada bulunan emperyalistler için insan hayatının hiçbir öneminin olmadığını görüyordu. Ortadoğu ülkelerinin geleceklerini emperyalistlerin insafına bırakmanın hayalcilik olduğunu bilen Atatürk için Ortadoğu kaynayan bir cadı kazanıdır. Emperyalistlerin buradan kendi rızaları ile çekilmeyeceği de aşikardır. “Fransızların, Suriye ve Lübnan'a öyle kolay kolay istiklâl vereceklerinden emin değilim; binaenaleyh biz, hareketimizi onlara da teşmil ederek, kısa yoldan gerek Suriye ve gerekse Lübnan'a özledikleri istiklâllerini temin edebiliriz.'' (1) diyerek bu ülkelerin halklarının Türk İstiklal mücadelesinden örnek almalarını sağlamak gerektiğini belirtmektedir.
            Irak ve Suriye delegasyonu daha Türk İstiklal Savaşı devam ederken Gazi Mustafa Kemal Paşaya gelerek, TBMM ordularının yaptığı ulusal savaşta kendilerine de yardım etmesini istemişlerdir. Buna Gazi’nin cevabı aynen şu şekildedir; “Gücümüz ancak kendimizi kurtarmaya yetecek kadardır; siz de bizim yaptığımızı yapıp, bağımsızlığınızı elde ediniz; bilâhare, Federasyon mu olur, Konfederasyon mu olur, bir örgütte birleşiriz.”(2)  Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Ortadoğu halklarının emperyalizme karşı uyanık olmaları gerektiğini, parçalı siyasetin bu halkların esareti ve mahvolması demek olduğunu her fırsatta dile getirmiştir. Özellikle İngiliz ve Fransız  işgal güçlerinin Irak ve Suriye’de halka ettikleri zulüm Türk toplumunda da rahatsızlık yaratmıştır. Çok değil 15-20 yıl önce birlikte yaşadıkları komşularının, soydaşlarının yaşadıkları elbette Türk halkını da, hükümetini de rahatsız edecektir.
 Atatürk Osmanlı’nın enkazı üzerinde kalan ülkelerin bir şekilde istiklallerine kavuşarak birlikte hareket etmelerini, tekrar bir imparatorluktan ziyade federasyon veya konfederasyon şekliyle bir araya gelmelerini arzulamıştır. Ona göre bu coğrafyada başka türlü barış gelmesi imkansızdır. Ayrıca dün birlikte yaşayan Türk ve diğer unsurların yine bir ve beraber olmamaları için bir neden yoktur.
''...ben bu işi yaparken emindim ki, asırlardan beri beraber yaşamış, dindaşlık yapmış insanlar, ayrılamazlar. Yalnız imparatorluğun yarattığı birtakım su-i tefehhümlerin (kötü anlayışların) unutulabilmesi; ve nihayet, beraber yaşamış bu insanların birbirini anlayabilmesi için, muayyen bir zaman geçmesi lâzımdı. (…) fakat bu hakiki güneşin doğduğu günü anlamak için, biz ve dostlarımız, güneşi saymayanların haksız tazyiklerinden mülhem olmak için, daha fazla beklememeliyiz...'' (Suriye Dışişleri Bakanı ile konuşması)(3)
            Ortadoğu ülkelerinin kurtuluşa erebilmesi, halkların huzurlu, bağımsız ve müreffeh olabilmesi için ancak ve ancak milli uyanış ile mümkün olabilecektir. Asıl sıkıntılı mesele ise kazanılan bağımsızlığın korunması ve sürdürülebilmesidir.  Kukla hükümetler ile bunun olamayacağı aşikardır. Dünün galiplerinin buna müsaade etmeyecekleri de yadsınmaz bir gerçektir. Cetvelle çizilen sınırların ne kadar sağlam olacağı, kin ve nefret üzerine inşa edilen hükümetlerin ne kadar adil olacakları, sözde parlamentoların ne kadar demokrat olacakları, silah zoru ile birbiriyle yaşamak zorunda bırakılan  düşman mezhep yada kabilelerin ne kadar kardeşçe yaşayacakları,   siyaset biliminden anlamayan insanlar için bile tahmin edilemeyecek şeyler  değildi. Mustafa Kemal Paşa bu nedenle istiklalini kazanan  Ortadoğu ülkelerinin Türkiye ile birleşmesini açık bir biçimde teklif etmiştir.

            Özellikle kutsal beldelerin yabancı asker çizmesi altında bırakılması gerek Mustafa Kemal Paşa ve gerekse genç Türkiye Cumhuriyetinin idarecileri için onur meselesi olmuş, Ankara mukaddes beldelerin esaretine izin vermeyeceğini dünyaya ilan etmiştir.

“Arapların, Avrupa siyasetine nüfuz edemeyip bu sözde istiklal kelimesine inandıkları ve bu uğurda Arap memleketlerini Avrupa emperyalizmine esir kıldıkları çok şayanı teessüftür. Arapların arasında mevcut olan karışıklığı ve hoşnutsuzluğu kimse bizim kadar bilemez. Biz vakıa bir kaç sene Araplardan uzak kaldık. Fakat şimdi kendimize kafi derecede güvenip kudretimizi bildiğimiz için İslamiyet’in mukaddes yerlerinin Musevilerin ve Hıristiyanların nüfuzunun altına girmesine mani olacağız. Binaenaleyh şunu söylemek istiyoruz ki, buraların Avrupa emperyalizminin oyun sahası olmasına müsaade etmeyeceğiz. (…) Peygamber’in son arzusu yani, mukaddes toprakların daima İslam hakimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız. Cedlerimizin (dedelerimizin), Selahaddin’in idaresi altında, uğrunda Hıristiyanlarla mücadele ettikleri toprakların yabancı hakimiyet ve nüfuzunun tahtında bulunmasına müsaade etmeyeceğimizi beyan edecek kadar bugün, Allah’ın inayeti ile kuvvetliyiz. Avrupa bu mukaddes yerlere temellük etmek için yapacağı ilk adımda bütün İslam aleminin ayaklanıp icraata geçeceğine şüphemiz yoktur.” (4)
            Atatürk İslam aleminin birleşmesi için azami gayret sarf etmiştir. Bu amaçla kurulan Sadabat Paktı çok güzel bir örnektir. (5)

            Yukarıda anlatılanlardan sanılmasın ki Atatürk ve Türkiye Cumhuriyetinin hedefleri yeniden Osmanlıyı diriltmek, yeniden imparatorluk kurmaktı. Asla!...bilakis Atatürk’ün yegane isteği ezilen ve sömürülen İslam Coğrafyasını bir bayrak altında olmasa bile müstakil ve müttefik  hükümetler şekli ile görmek, ezilen ve sömürülen İslam aleminin Türkiye'nin açtığı istiklal yolunda ilerlemesini, Müslüman  halkın yüzyılların bağnazlığı ile karanlığa gömülmekten ziyade Türk Devrimini örnek alarak kalkınmasıdır. Bunun ne kadar gerçekleştiği konusuna gelince; büyük önderin 10 Kasım 1938 de ki ölümünden sonra Türk Dış Politikasının hangi mecralardan geçtiğine bakmak yeterli olacaktır.
            Emperyalistlerin Ortadoğu ve İslam coğrafyasından ellerini çekmeleri ancak tek damla petrol kalmayınca mümkündür. O halde yapılacak tek şey; Fas’tan Bangladeş’e kadar İslam ülkelerinin ortak bir akılda birleşmeleridir. Bu yapıldığı taktirde  emperyalizmin “Böl. Parçala ve yut!” ideolojisi bu coğrafyada uygulanamaz hale gelecektir. Son yüzyılda ne hikmetse ağıtlar hep Ortadoğu halklarının diliyle yapılırken, kahkahalar İbranice, İngilizce, Almanca ve Fransızca atılmaktadır!
            Türkiye terk ettiği 1938 politikasına acilen dönmek zorundadır. Yoksa bu coğrafyada ne akan kan, ne yakılan ağıtlar durmayacaktır! Bu gün emperyalistlerin dayattığı Bölünmüş Ortadoğu Projesinin (BOP) tek ilacı Birleşik Ortadoğu Projesidir! Bunun için mevcut yönetimlerin hepsinin de ortak akılda buluşması şarttır! Yoksa bu coğrafyada ne akan kan, ne de göz yaşı durmayacaktır.























DİP NOTLAR:
1-Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar
2-Sadi Borak , 'Gizli Oturumlarda Atatürk'ün Konuşmaları', Çağdaş Yayınlar, 1977
3--Hasan Rıza Soyak, 'Atatürk'ten Hatıralar
4-Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi-1937 (Dahiliye Vekaleti Matbuat Umum Müdürlüğü)
5-8 Temmuz 1937 İran –Tahran (Türkiye, Irak, İran, Afganistan arasında imzalanmıştır.)