21 Nisan 2015 Salı

NEFSİ MÜDAFAA

Yıllardan bu yana Türkiye Cumhuriyetinin uluslararası arenada başını ağrıtmaya devam eden ve bu yıl yüzüncü yılı olması münasebeti ile adeta Türkiye'yi linç harekatına dönen 1915 Ermeni Tehciri ile ilgili bir kaç kelimede ben edeyim dedim.
            Her şeyden evvel Ermeni meselesi öyle zannedildiği gibi savaş şartları ile ortaya çıkmış bir mesele değildir. Basit bir milliyetçilik mevzusu da değildir. Olayın sadece savaş şartları  ile ele alınması pek çok ayrıntıyı gözden kaçırmaya neden olacaktır.  
            Peki o halde nedir bu Ermeni sorunu? Neden iki yüz yılı aşkın bir süredir bu coğrafyada kurulmuş iki Türk devletinin en büyük baş ağrılarından biri olmuştur? Neden hala temcit pilavı gibi öne sürülmekte, hala her iki tarafında bir yerde buluşmalarına engel olmaktadır? Yoksa bilinen  ve görünenden başka hesaplar mı vardır?
            Osmanlı Devletinde Ermeni meselesinin ilk çıkış noktası Sivas'lı bir Ermeni keşişinin (Mkhitar Sebastatsi )  ilk önce İstanbul'da kurduğu, ancak İstanbul Ermeni cemaatından istediği desteği bulamayınca (destek ne kelime, tecrit bile edilmiştir.) Osmanlının kadim düşmanı Venedik Cumhuriyetine sığınıp orada devam ettirdiği  Mekhitarist Ermeni Enstitüsünün öğretileridir. Bu enstitüden yetişen sözde din adamları, görünende Ermeni kültürünün yaşaması, gerçekte ise bağımsız Ermeni devletinin kurulması için Osmanlı ülkesinde ve Avrupa'da yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişler, çok kısa bir sürede yanlarına Papa XI.Clement dahil pek çok din ve siyaset adamını çekmeyi başarmışlardır. Özellikle Viyana'da kurulan matbaaları ile Osmanlı ülkesindeki en ücra köşelere kadar girmişler ve propagandalarını yapmışlardır. Zaten papalığın Haçlı Seferlerinden bu yana Türkleri ne kadar çok sevdiği (!) göz önüne alınırsa elbette en büyük desteği vermesinin yadsınmaması gerektiği ortaya çıkacaktır.
            Avrupa için Osmanlı yok edilmesi gereken bir düşmandır. Ancak her ne kadar II.Viyana kuşatması ile artık eski gücünden çok uzaklaşsa bile Osmanlı hala Avrupa kıtasında en güçlü devletlerden birisidir ve dış müdahalelerle değil içten çökertilmek zorundadır. Özellikle 17ve 18 inci yüzyıllarda Osmanlı ülkesinde adeta cirit atan misyonerler ne hikmetse Müslüman yerleşim yerlerine değil de, Ortodoks yada Katolik Hıristiyan Osmanlı tebaasının çoğunlukta olduğu yerlerde faaliyet göstermektedir. Öyle bir faaliyettir ki bu; görünende cahil Osmanlı Hıristiyanlarını eğiten misyoner okulları adeta birer kışla gibi çalışmaktadırlar. Osmanlıda toplam 4960 adet gayrı Müslim eğitim kurumu bulunmakta olup, bunun 498 adetinin ruhsatlı olduğu, diğerlerinin misyoner okulları olup ruhsatsız oldukları Osmanlı Maarif Vekili Zühtü Paşanın Padişah Sultan II.Abdülhamit’e verdiği 1894 tarihli Maarif Raporunda yazmaktadır. (1)
            Ermeni örgütlenmeleri, öncelikle hayır cemiyetleri adı altında sözde masum girişimlerle başlamıştır. Derneklerin ortak amacı Doğu Anadolu vilayetlerinde okullar açarak gençleri aydınlatmaktı. Osmanlı Hükümeti ise derneklerin örgütlenmelerini hoş görmüş ve bunları Ermeni vatandaşlarının doğal bir hakkı saymış, derneklerin devlet çıkarlarına aykırı bir tutum takınacaklarını dikkate almamıştır. Ancak bu dernekler daha sonra, yabancı memleketlerden gördükleri yardımlar ve teşviklerle, Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandıran komitelerin nüveleri olmuşlardır.(2)
            Hayır kurumu, eğitim kurumu yada din kuruluşu gibi görünen teşkilatlar adeta örümcek ağı misali Osmanlı ülkesini sarmışlardır. Öyle ki daha 18 inci yüzyıl sonlarında Osmanlı hakimiyetindeki yerlerde Ermenilere ait 1000 civarında kilise varken, bu rakam 1915’e gelindiğinde 2.538 kilise, 451 manastır ve 1.996 okula ulaşmıştır.(3) 
            Osmanlı Devleti ne hikmetse Ermeni taleplerine daima sıcak bakmıştır. Bunun nedenlerinden en önemlisi de bu milletin Osmanlı tarafından Millet-i Sadıka (Sadık Millet) olarak görülmesi yatmaktadır ki, bu görüş ileriki yıllarda MİLLET-İ MÜHİN (Hain Millet) olarak Osmanlı Türk toplumuna pahalıya mal olacaktır. XIX. yüzyıl ortalarından itibaren Ermenilerin çoğu kez hayır cemiyetleri görünümü altında çeteler kurdukları ve savaşçı birlik, yardımcı birlik, silah ve cephane birliği ve posta teşkilatı olarak çok teferruatlı bir şekilde teşkilatlandıkları anlaşılmıştır. (4)  
            Ermenilerin gerek batılı hamileri ve gerekse Rus Çarlığı vasıtasıyla silahlandırılması, eğitilmesi ve desteklenmesi meyvelerini vermekte gecikmeyecektir. Osmanlı nerede bir harbe tutuşsa, Ermeni çeteleri daima isyan çıkartacak, Osmanlının ve Türk komşularının başına bela olacaktır. 19 uncu yüz yıla gelindiğinde Ermeni talepleri artık devletin egemenlik haklarını yok sayma boyutuna ulaşmıştır. Pek çok devlet adamı bu sorunun önüne çözmek için AÇILIMLAR ve ÇÖZÜM SÜREÇLERİ üretmelerine rağmen sorun giderek büyümüş ve altından kalkılamaz boyutlara ulaşmıştır. Hatta bu konuda hazırlanan "Nizâmnâme-i Millet-i Ermeniyân" 29 Mart 1863 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giriyor, Osmanlı içerisinde devlet içinde devlet olacak sonuçlar ortaya çıkıyordu.(5)
            Bir nevi Ermeni Açılımı olan bu nizamname ile adeta devlet içinde devlet kuran Ermeniler ne hikmetse hiçte memnun kalmışa benzemiyorlardı. Neler verilmemişti ki Ermeni nizamnamesi ile; Ermeni Patrikhânesi'ne Ermeni cemaatini yönetmede geniş yetkiler tanırken, ayrıca Ermeniler sanki "bağımsız bir milletmiş" gibi, bu cemaate, 140 üyeden müteşekkil bir Genel Meclis (Milli Meclis-i Umumî) kurma imkânı da vermekte idi. Bu kurulan meclisin 20 üyesi İstanbul kilise mensupları arasından, 40'ı taşradan, 80'i ise İstanbul'da ikâmet eden meslek teşekküllerinden seçilecek idi. Daha önce mevcut olan ve 1847 yılında kurulan 14 üyeli Dini Meclis (Meclis-i Ruhani) ile 20 üyeli Siyasi Meclis (Meclis Cismanî) muhafaza ediliyor, ancak bunların seçiminin Milli Meclis tarafından yapılması hükmü getiriliyordu. Patriğin seçiminin de Millet Meclisi'nce yapılması kaydediliyordu. Böylece, "Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", genel hatları ile değerlendirildiğinde, Patrik ile yandaşı asiller arasında paylaşılan iktidarın mutlak olmaktan çıkarak, Ermeni cemaati ile paylaşılması sonucunu doğurmuş ve Ermeni toplumunun yönetime ait kararları, Osmanlı Hükümeti dışında kendisinin alabileceğini ortaya koymuştur. Nerdeyse devlet içinde devlet olan Ermeniler buna karşın yine hayatlarından memnun değildir. Çünkü büyük ağabeyleri Rusya onlara bağımsızlık vaat etmiştir ve onlara göre “Hasta Adam” ölürken mirastan pay alınmalıdır.
            1780 Zeytun isyanı ilk Ermeni isyanıdır. Bu isyandan Osmanlının yıkılışına kadar yaklaşık 30 isyan çıkaran Ermenilerin nihai hedefi kendi müstakil devletlerini kurmak olup, bunun için her türlü tedhiş ve şiddeti uygulamaktan kaçınmamışlardır. Ermeni isyanları ve tedhiş hareketleri neticesinde öldürülen Müslüman Türk nüfusun sayısı Kafkaslarda 260 bin civarındadır. (6)  Aynı şekilde Fransız devlet arşivlerinde Ermenilerin Müslüman Türk halka karşı şiddetli terör eylemleri yaptıkları, Osmanlı devletinin özellikle 93 harbi ve Cihan Harbi esnasında Ermeni terörü nedeniyle Rus kuvvetlerinin karşısında tam anlamıyla kendini gösteremediğini, çünkü Ermeni ve Kürt isyanları nedeniyle önemli bir kuvvetin isyancılarla uğraşmak zorunda kaldığı yazılıdır.(7)
                Ermeni terör örgütleri Osmanlı ne zaman harbe girse (ki devletin son 238 yılı daima harp ile geçmiştir.) fırsat kollamışlar ve Türk Ordusunu arkadan vurmuşlardır. Birinci paylaşım savaşında itilaf devletleri safında savaşan Ermeni sayısı 200 bin kişidir ki bu rakam bile  Türk Milletinin nasıl bir belaya çattığını açıklamaya kafidir.(8)  Özellikle birinci cihan harbinde  Türk ordusu 7 ana cephede savaşırken Ermeni çeteleri Türk köylerini basmakta, Müslüman Türk halkına aklın ve hayalin almayacağı katliamlar ve işkenceler yapmaktadır. Van gölünde bulunan Akdamar adasındaki  Ermeni kilisesi Türk Kızlarının tecavüz ve işkence edilmeleri için üs haline getirilmiştir.(9) Özellikle şark vilayetlerinde yaşayan Türk halkına karşı sistematik bir soykırım uygulanmaktadır. Sadece 1910-1922 yılları arasında Ermeni çeteleri tarafından katledilen Müslüman Türklerin sayısı 523 bin 955 kişidir.(10)
                Şimdi ister istemez aklımıza şu soru gelmekte: Ermeniler ele geçirdikleri her fırsatı değerlendirirken Türkler ne yapıyordu? Neden bunca kayıp verirken bu kadar gafil avlanmışlardı? Öyle ya, madem devlet yani Osmanlı kendilerinindi, neden böyle sistemli bir şekilde yok ediliyorlardı?
            Açıklaması çok basit ve bir o kadar da acıdır bu soruların cevabını. Türkler gafil yakalanmıştı her isyanda. Koyun koyuna yaşadıkları ve Milleti Sadıka dedikleri hainlerin böyle bir oyuna girişeceklerini akıllarına getirmemişlerdi. Öte yandan Türklerde silah yoktu! Kendilerini savunmaktan aciz durumdaydılar ve onları savunacak genç nüfus cephelerde kırılıyordu!
            Uydurulan yalana ve iftiraya Türkiye Cumhuriyeti devleti ne hikmetse yıllardan beri kendisine dayatılan sözde katliamları hep yapmadık şeklinde savunmakta, savaş şartları esnasında oluşan durumlardan dolayı ortaya çıkan vaziyeti anlatamamaktadır.
             Oysa gerek ceza hukukunda ve gerekse devletler arası hukukta SELF-DEFENSE yani Nefsi Müdafaa yada Meşru Müdafaa denilen bir durumun olduğunu gayet rahat bir şekilde anlatabilecek iken, toptan inkar yoluna gitmek, bu işi parlamentolara değil tarihçilere bırakalım demek sadece kendini kandırmaktır. Çünkü siz ne kadar tarihi tarihçilere bırakalım deseniz de kıytırık bir papaza dahi sözünüz geçmemektedir. O halde Türkiye Cumhuriyeti devleti yıllardan beri kullandığı dili değiştirmek zorundadır. Mütekabiliyet yani karşılıklılık ilkesi gereği Vatikan devletinin başı olan baş papazın yaptığı densizliğe en güzel şekilde yanıt verilmeli, 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramının akabinde 24 Nisan günü papazlar tarafından tecavüz edilen ve öldürülen çocukları anma günü ilan edilmelidir. Ayrıca Fransa gibi medeni(!) devletlere de Cezayir, Ruanda gibi ülkelerde yaptıkları soy kırımları TBMM de tanınmalı ve Fransa Devletinin yaptığı soykırımı ret edenler yargılanmalıdır.  
            Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak o günün şartlarında toplamda 1 milyon 294 bin 954 Ermeni yaşadığını kendi kiliselerinin (11) resmi rakamı olarak anlatamadıysak, kusura bakmayın bu konu tarihi değil siyasi bir konudur. Bu durumda tek yapılacak şey, Nefsi Müdafaa kurallarını işletmek, karşındakine onun silahı ile karşılık vermektir.
            Hangi devlet, hangi silahla bize saldırıyorsa, işimiz açılım saçılım değil, onların  uyguladığı yöntemi uygulamak olmalıdır. Yoksa Türkiye uluslararası arenada haklılığını hiç bir kimseye anlatamayacaktır! Artık monşer siyaseti değil, KURT KANUNU geçerli olmalıdır!






DİPNOTLAR                                               :
1-Ahmet Zühtü Paşa Sultan Abdülhamit'e Sunduğu Maarif Raporu-1894
2-İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara 1984, s. 73.
3-Divanı Humayun Kilise Defterleri-T.C.Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü İstanbul
4-Ergünöz Akçora; “Ermeni Sorunu ve Türklere Yaptıkları Katliamlarda Ermeni Komitelerinin Yeri”, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, c. II, Mart-Nisan 2001, sayı: 38, s. 747-764.
5-İlber Ortaylı, Tanzimattan Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği,İstanbul 1985, s. 73.
6- McCarthy, Justin Death and Exile: The Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims, 1821-1922 Darwin Press, Incorporated (March 1996), ISBN:0-87850-094-4
7-Fransa Milli Arşivi, Guerre Mondial, 1914-1918/Turquie/Vol. 890, Légion d'Orient-I (Septembre 1915-Novembre 1916)
8- Armenia and the president; A Letter to Mr. Harding on the Problem of Effective Protection of Christian Minorities Under Turkish Rule, New York Times, 14 Kasım 1922 tarihli makale.
9-Prof.Dr.Yusuf Halaçoğlu demeci
10-Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri 1-2  T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Ankara,2001

11-İstanbul Emeni Patriği  Zaven Der Yeğyeyan 1914 Ermeni sayımı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder