Yıllardan bu yana Türkiye
Cumhuriyetinin uluslararası arenada başını ağrıtmaya devam eden ve bu yıl
yüzüncü yılı olması münasebeti ile adeta Türkiye'yi linç harekatına dönen 1915
Ermeni Tehciri ile ilgili bir kaç kelimede ben edeyim dedim.
Her şeyden evvel Ermeni meselesi öyle
zannedildiği gibi savaş şartları ile ortaya çıkmış bir mesele değildir. Basit
bir milliyetçilik mevzusu da değildir. Olayın sadece savaş şartları ile ele alınması pek çok ayrıntıyı gözden
kaçırmaya neden olacaktır.
Peki
o halde nedir bu Ermeni sorunu? Neden iki yüz yılı aşkın bir süredir bu
coğrafyada kurulmuş iki Türk devletinin en büyük baş ağrılarından biri
olmuştur? Neden hala temcit pilavı gibi öne sürülmekte, hala her iki tarafında
bir yerde buluşmalarına engel olmaktadır? Yoksa bilinen ve görünenden başka hesaplar mı vardır?
Osmanlı
Devletinde Ermeni meselesinin ilk çıkış noktası Sivas'lı bir Ermeni keşişinin (Mkhitar Sebastatsi ) ilk önce İstanbul'da kurduğu, ancak İstanbul
Ermeni cemaatından istediği desteği bulamayınca (destek ne kelime, tecrit bile
edilmiştir.) Osmanlının kadim düşmanı Venedik Cumhuriyetine sığınıp orada devam
ettirdiği Mekhitarist Ermeni Enstitüsünün öğretileridir.
Bu enstitüden yetişen sözde din adamları, görünende Ermeni kültürünün yaşaması,
gerçekte ise bağımsız Ermeni devletinin kurulması için Osmanlı ülkesinde ve
Avrupa'da yoğun bir propaganda faaliyetine girişmişler, çok kısa bir sürede
yanlarına Papa XI.Clement dahil pek çok din ve siyaset adamını çekmeyi
başarmışlardır. Özellikle Viyana'da kurulan matbaaları ile Osmanlı ülkesindeki
en ücra köşelere kadar girmişler ve propagandalarını yapmışlardır. Zaten papalığın Haçlı Seferlerinden bu yana
Türkleri ne kadar çok sevdiği (!) göz önüne alınırsa elbette en büyük desteği
vermesinin yadsınmaması gerektiği ortaya çıkacaktır.
Avrupa için Osmanlı yok edilmesi
gereken bir düşmandır. Ancak her ne kadar II.Viyana kuşatması ile artık eski
gücünden çok uzaklaşsa bile Osmanlı hala Avrupa kıtasında en güçlü devletlerden
birisidir ve dış müdahalelerle değil içten çökertilmek zorundadır. Özellikle
17ve 18 inci yüzyıllarda Osmanlı ülkesinde adeta cirit atan misyonerler ne
hikmetse Müslüman yerleşim yerlerine değil de, Ortodoks yada Katolik Hıristiyan
Osmanlı tebaasının çoğunlukta olduğu yerlerde faaliyet göstermektedir. Öyle bir
faaliyettir ki bu; görünende cahil Osmanlı Hıristiyanlarını eğiten misyoner
okulları adeta birer kışla gibi çalışmaktadırlar. Osmanlıda toplam 4960 adet gayrı Müslim
eğitim kurumu bulunmakta olup, bunun 498 adetinin ruhsatlı olduğu, diğerlerinin
misyoner okulları olup ruhsatsız oldukları Osmanlı Maarif Vekili Zühtü Paşanın
Padişah Sultan II.Abdülhamit’e verdiği 1894 tarihli Maarif Raporunda
yazmaktadır. (1)
Ermeni örgütlenmeleri,
öncelikle hayır cemiyetleri adı altında sözde masum girişimlerle başlamıştır.
Derneklerin ortak amacı Doğu Anadolu vilayetlerinde okullar açarak gençleri
aydınlatmaktı. Osmanlı Hükümeti ise derneklerin örgütlenmelerini hoş görmüş ve
bunları Ermeni vatandaşlarının doğal bir hakkı saymış, derneklerin devlet
çıkarlarına aykırı bir tutum takınacaklarını dikkate almamıştır. Ancak bu
dernekler daha sonra, yabancı memleketlerden gördükleri yardımlar ve
teşviklerle, Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandıran komitelerin
nüveleri olmuşlardır.(2)
Hayır kurumu, eğitim
kurumu yada din kuruluşu gibi görünen teşkilatlar adeta örümcek ağı misali
Osmanlı ülkesini sarmışlardır. Öyle ki daha 18 inci yüzyıl sonlarında Osmanlı
hakimiyetindeki yerlerde Ermenilere ait 1000 civarında kilise varken, bu rakam
1915’e gelindiğinde 2.538 kilise, 451 manastır ve 1.996 okula ulaşmıştır.(3)
Osmanlı
Devleti ne hikmetse Ermeni taleplerine daima sıcak bakmıştır. Bunun
nedenlerinden en önemlisi de bu milletin Osmanlı tarafından Millet-i Sadıka
(Sadık Millet) olarak görülmesi yatmaktadır ki, bu görüş ileriki yıllarda
MİLLET-İ MÜHİN (Hain Millet) olarak Osmanlı Türk toplumuna pahalıya mal
olacaktır. XIX. yüzyıl ortalarından itibaren
Ermenilerin çoğu kez hayır cemiyetleri görünümü altında çeteler kurdukları ve
savaşçı birlik, yardımcı birlik, silah ve cephane birliği ve posta teşkilatı
olarak çok teferruatlı bir şekilde teşkilatlandıkları anlaşılmıştır. (4)
Ermenilerin gerek batılı hamileri ve
gerekse Rus Çarlığı vasıtasıyla silahlandırılması, eğitilmesi ve desteklenmesi
meyvelerini vermekte gecikmeyecektir. Osmanlı nerede bir harbe tutuşsa, Ermeni
çeteleri daima isyan çıkartacak, Osmanlının ve Türk komşularının başına bela
olacaktır. 19 uncu yüz yıla gelindiğinde Ermeni talepleri artık devletin
egemenlik haklarını yok sayma boyutuna ulaşmıştır. Pek çok devlet adamı bu
sorunun önüne çözmek için AÇILIMLAR ve
ÇÖZÜM SÜREÇLERİ üretmelerine rağmen sorun giderek büyümüş ve altından
kalkılamaz boyutlara ulaşmıştır. Hatta bu konuda hazırlanan "Nizâmnâme-i
Millet-i Ermeniyân" 29 Mart 1863
tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giriyor, Osmanlı içerisinde devlet içinde
devlet olacak sonuçlar ortaya çıkıyordu.(5)
Bir nevi Ermeni Açılımı olan bu
nizamname ile adeta devlet içinde devlet kuran Ermeniler ne hikmetse hiçte
memnun kalmışa benzemiyorlardı. Neler verilmemişti ki Ermeni nizamnamesi ile; Ermeni
Patrikhânesi'ne Ermeni cemaatini yönetmede geniş yetkiler tanırken, ayrıca
Ermeniler sanki "bağımsız bir milletmiş" gibi, bu cemaate, 140 üyeden
müteşekkil bir Genel Meclis (Milli Meclis-i Umumî) kurma imkânı da vermekte
idi. Bu kurulan meclisin 20 üyesi İstanbul kilise mensupları arasından, 40'ı
taşradan, 80'i ise İstanbul'da ikâmet eden meslek teşekküllerinden seçilecek
idi. Daha önce mevcut olan ve 1847 yılında kurulan 14 üyeli Dini Meclis (Meclis-i
Ruhani) ile 20 üyeli Siyasi Meclis (Meclis Cismanî) muhafaza ediliyor, ancak
bunların seçiminin Milli Meclis tarafından yapılması hükmü getiriliyordu.
Patriğin seçiminin de Millet Meclisi'nce yapılması kaydediliyordu. Böylece,
"Ermeni Milleti Nizâmnâmesi", genel hatları ile değerlendirildiğinde,
Patrik ile yandaşı asiller arasında paylaşılan iktidarın mutlak olmaktan
çıkarak, Ermeni cemaati ile paylaşılması sonucunu doğurmuş ve Ermeni toplumunun
yönetime ait kararları, Osmanlı Hükümeti dışında kendisinin alabileceğini ortaya koymuştur.
Nerdeyse devlet içinde devlet olan Ermeniler buna karşın yine hayatlarından
memnun değildir. Çünkü büyük ağabeyleri Rusya onlara bağımsızlık vaat etmiştir
ve onlara göre “Hasta Adam” ölürken mirastan pay alınmalıdır.
1780
Zeytun isyanı ilk Ermeni isyanıdır. Bu isyandan Osmanlının yıkılışına kadar yaklaşık
30 isyan çıkaran Ermenilerin nihai hedefi kendi müstakil devletlerini kurmak
olup, bunun için her türlü tedhiş ve şiddeti uygulamaktan kaçınmamışlardır.
Ermeni isyanları ve tedhiş hareketleri neticesinde öldürülen Müslüman Türk
nüfusun sayısı Kafkaslarda 260 bin civarındadır. (6) Aynı şekilde Fransız devlet arşivlerinde
Ermenilerin Müslüman Türk halka karşı şiddetli terör eylemleri yaptıkları,
Osmanlı devletinin özellikle 93 harbi ve Cihan Harbi esnasında Ermeni terörü
nedeniyle Rus kuvvetlerinin karşısında tam anlamıyla kendini gösteremediğini,
çünkü Ermeni ve Kürt isyanları nedeniyle önemli bir kuvvetin isyancılarla
uğraşmak zorunda kaldığı yazılıdır.(7)
Ermeni terör örgütleri Osmanlı ne zaman
harbe girse (ki devletin son 238 yılı daima harp ile geçmiştir.) fırsat
kollamışlar ve Türk Ordusunu arkadan vurmuşlardır. Birinci paylaşım savaşında
itilaf devletleri safında savaşan Ermeni sayısı 200 bin kişidir ki bu rakam
bile Türk Milletinin nasıl bir belaya
çattığını açıklamaya kafidir.(8) Özellikle birinci cihan harbinde Türk ordusu 7 ana cephede savaşırken Ermeni
çeteleri Türk köylerini basmakta, Müslüman Türk halkına aklın ve hayalin
almayacağı katliamlar ve işkenceler yapmaktadır. Van gölünde bulunan Akdamar
adasındaki Ermeni kilisesi Türk
Kızlarının tecavüz ve işkence edilmeleri için üs haline getirilmiştir.(9) Özellikle şark vilayetlerinde yaşayan
Türk halkına karşı sistematik bir soykırım uygulanmaktadır. Sadece 1910-1922
yılları arasında Ermeni çeteleri tarafından katledilen Müslüman Türklerin
sayısı 523 bin 955 kişidir.(10)
Şimdi
ister istemez aklımıza şu soru gelmekte: Ermeniler ele geçirdikleri her fırsatı
değerlendirirken Türkler ne yapıyordu? Neden bunca kayıp verirken bu kadar
gafil avlanmışlardı? Öyle ya, madem devlet yani Osmanlı kendilerinindi, neden
böyle sistemli bir şekilde yok ediliyorlardı?
Açıklaması
çok basit ve bir o kadar da acıdır bu soruların cevabını. Türkler gafil
yakalanmıştı her isyanda. Koyun koyuna yaşadıkları ve Milleti Sadıka dedikleri
hainlerin böyle bir oyuna girişeceklerini akıllarına getirmemişlerdi. Öte
yandan Türklerde silah yoktu! Kendilerini savunmaktan aciz durumdaydılar ve
onları savunacak genç nüfus cephelerde kırılıyordu!
Uydurulan yalana ve iftiraya Türkiye
Cumhuriyeti devleti ne hikmetse yıllardan beri kendisine dayatılan sözde
katliamları hep yapmadık şeklinde savunmakta, savaş şartları esnasında oluşan
durumlardan dolayı ortaya çıkan vaziyeti anlatamamaktadır.
Oysa
gerek ceza hukukunda ve gerekse devletler arası hukukta SELF-DEFENSE yani Nefsi
Müdafaa yada Meşru Müdafaa denilen bir durumun olduğunu gayet rahat bir şekilde
anlatabilecek iken, toptan inkar yoluna gitmek, bu işi parlamentolara değil
tarihçilere bırakalım demek sadece kendini kandırmaktır. Çünkü siz ne kadar
tarihi tarihçilere bırakalım deseniz de kıytırık bir papaza dahi sözünüz
geçmemektedir. O halde Türkiye Cumhuriyeti devleti yıllardan beri kullandığı
dili değiştirmek zorundadır. Mütekabiliyet
yani karşılıklılık ilkesi gereği Vatikan devletinin başı olan baş papazın
yaptığı densizliğe en güzel şekilde yanıt verilmeli, 23 Nisan Milli Egemenlik
ve Çocuk Bayramının akabinde 24 Nisan günü papazlar tarafından tecavüz edilen
ve öldürülen çocukları anma günü ilan edilmelidir. Ayrıca Fransa gibi medeni(!)
devletlere de Cezayir, Ruanda gibi ülkelerde yaptıkları soy kırımları TBMM de
tanınmalı ve Fransa Devletinin yaptığı soykırımı ret edenler yargılanmalıdır.
Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak o
günün şartlarında toplamda 1 milyon 294 bin 954 Ermeni yaşadığını kendi
kiliselerinin (11)
resmi rakamı olarak anlatamadıysak, kusura bakmayın bu konu tarihi değil siyasi
bir konudur. Bu durumda tek yapılacak şey, Nefsi Müdafaa kurallarını işletmek,
karşındakine onun silahı ile karşılık vermektir.
Hangi
devlet, hangi silahla bize saldırıyorsa, işimiz açılım saçılım değil,
onların uyguladığı yöntemi uygulamak
olmalıdır. Yoksa Türkiye uluslararası arenada haklılığını hiç bir kimseye
anlatamayacaktır! Artık monşer siyaseti değil, KURT KANUNU geçerli olmalıdır!
DİPNOTLAR :
1-Ahmet Zühtü Paşa Sultan Abdülhamit'e Sunduğu Maarif Raporu-1894
2-İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Ankara
1984, s. 73.
3-Divanı Humayun Kilise
Defterleri-T.C.Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü İstanbul
4-Ergünöz Akçora; “Ermeni
Sorunu ve Türklere Yaptıkları Katliamlarda Ermeni Komitelerinin Yeri”, Yeni
Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, c. II, Mart-Nisan 2001, sayı: 38, s.
747-764.
5-İlber Ortaylı, Tanzimattan Cumhuriyete Yerel
Yönetim Geleneği,İstanbul 1985, s. 73.
6- McCarthy,
Justin Death and Exile: The
Ethnic Cleansing of Ottoman Muslims, 1821-1922 Darwin
Press, Incorporated (March 1996), ISBN:0-87850-094-4
7-Fransa Milli Arşivi, Guerre Mondial, 1914-1918/Turquie/Vol. 890,
Légion d'Orient-I (Septembre 1915-Novembre 1916)
8- Armenia and the president; A Letter
to Mr. Harding on the Problem of Effective Protection of Christian Minorities
Under Turkish Rule, New York Times, 14
Kasım 1922 tarihli makale.
9-Prof.Dr.Yusuf
Halaçoğlu demeci
10-Ermeniler
Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri 1-2 T.C. Başbakanlık Devlet
Arşivleri Genel Müdürlüğü Ankara,2001
11-İstanbul Emeni
Patriği Zaven Der Yeğyeyan 1914 Ermeni
sayımı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder