29 Ocak 2016 Cuma

EDİ BESE-YETER ARTIK!

EDİ BESE-YETER ARTIK!

            TBMM kürsüsünden bir vekil haykırıyor; “Edi bese! Edi bese! Edi bese!” Türkçe anlamı yeter artık demek olan bu kürtçe kelimeyi haykıran vekil Osman Baydemir. Diyarbakır’ın Sur ve Şırnak’ın Cizre ilçelerinde yapılan terör operasyonları nedeniyle insanların öldüğünü söyleyerek milletin en kutsal yeri olan Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden haykırıyor sayın vekil; “Edi bese! Yeter artık!” diyerek.
            Sayın vekil kendince haklıdır. Fikre saygı duymak gerektir. Ancak benim de milletin bir ferdi olarak bu haykırışa verilecek bir cevabım vardır. Çünkü cevap hakkım doğmuştur.
            Sayın vekil; 15 Ağustos 1984 ten bu yana 32 yıldır neden yeter denilmedi diye sorarlar adama! Neden kürt halkının yaşam hakkı elinden alınırken, beşikteki bebekler kurşunlanırken, küçücük çocuklar dağa kaçırılırken, evler ateşe verilirken, sırf korucu diye insanlar ağızlarına para tıkılıp katledilirken EDİ BESE-YETER ARTIK denmedi diye sorarlar! Binlerce insan sakat kalırken, köylülerin hayvanlarına el konulurken, yaylaya çıkmış çobanlar keyif için kurşunlanırken, sırf insanlar öğrenmesinler diye okullar yakılırken, öğretmenler öldürülürken neden EDİ BESE demediniz diye sorarlar! Vatandaşın can ve mal güvenliği hiçe sayılırken, evlerinde bile ölüm kol gezerken, sokaklar barikat, hendek, perde ile kapatılırken, kış gününde insanlar akın akın ölümden kaçarken, daha hayatın ne olduğunu bilmeyen 5 aylık, 1 yaşında, 4 yaşında kara toprakla buluşan bebekler ölürken neden EDİ BESE demediniz diye sorarlar sayın vekil!
            Yıllarca eli kanlı örgüt sözde bağımsızlıkları için onların temsilcisi olduğunu iddia ettiği kürtleri katlederken kimse yeter demiyordu.
             7 Mart 1987 tarihinde Mardin’in Nusaybin ilçesi Açıkyol Köyü’nde 6’sı çocuk 8 kişi kurşuna dizildi. Edi bese diyen olmadı! Tıpkı  20 Haziran 1987’de Mardin’in Ömerli ilçesindeki geçici köy korucusu ailelerin yoğunlukta olduğu Pınarcık köyünde 16’sı çocuk 30 kişi vahşice katledildiğinde yeter artık diyen olmadığı gibi!
            Mesela 10 Haziran 1990 tarihinde Şırnak Güçlükonak Çevrimli köyünde 12’si çocuk, 7’si kadın ve 4’ü korucu olan 27 kişi evlerinde pkk terör örgütü militanlarınca yakılarak katledilirken kimse çıkıp da EDİ BESE demiyordu!        5 Temmuz 1993 tarihinde, faşist kürt terör örgütü pkk’nın Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde 33 kişiyi katlettiği ve köyü ateşe verdiği katliamı hatırladınız mı? Kimseden EDİ BESE diye bir feryat duymamıştık o zamanlar!
            Bu ülke pkk teröründen çok çekti. Fidan misali evlatlarını toprağa verdi. Sözde kürt aydını olduğunu söyleyenler bir defa olsun çıkıp “Bu katledilen öğretmenler, kamu görevlileri, asker, polis kürt halkı için burada; yeter artık!” demedi, diyemedi. Binlerce gencimiz toprağa girerken, binlerce ana baba evlat diyerek kara toprağı kucaklarken ne hikmetse kimsenin aklına “EDİ BESE!” demek gelmiyordu!
            Düşünün; 32 yılda faşist pkk terörüne kurban verdiğimiz insanlarımız orta boy bir ilçenin nüfusuna dayanmış. Terör kurbanları sadece ölenler değil elbette. Terörün bitirdiği hayatların yanında sakat kalan, elinden obasından kalkıp gurbet ellerde yaşamak zorunda kalan, aileleri parçalanmış, ekonomileri tükenmiş insanlarımızda var. Bu insanlarımız acı çekerken kimse çıkıp da faşist pkk terörüne EDİ BESE demiyordu!
Terör örgütünün ilk eyleminden bu güne ölen insanımızın sayısını merak edenlere tekrar yazayım ki; kimin bu işi yeter etmesi gerektiğini varın siz düşünün. 15 Ağustos 1984 ten Ağustos 2015 e kadar terör örgütü 83 bin 500 saldırı gerçekleştiriyor. Bu saldırılarda 6 bin 741 sivil hayatını kaybederken, 14 bin 257 sivil ise yaralandı. Bu dönemde güvenlik güçleri, 22 bin 374 teröristi etkisiz hale getirdi. Güvenlik güçlerinin bölücü terör örgütüne yönelik yaptığı operasyonlarda 48 bin 435 uzun namlulu ve ağır silah, yaklaşık 80 bin el bombası, 43 bin tabanca ve 5 milyonun üzerinde mermi ele geçirildi. Güvenlik güçlerinin bölücü terör örgütüne yönelik mücadelesinde bin 466’sı geçici köy korucusu olmak üzere 7 bin 230 şehit verildi. 31 yıllık mücadelede 21 bin 128 güvenlik görevlisi de yaralandı.
Rakamlar kimin kime yeter demesi gerektiğini gözler önüne sermekte. Eğer sayın vekil; yeter artık diyecekseniz, silahlar sussun, insanlarımız ölmesin diyecekseniz, çöpe giden milyar dolarlar halkımızın refahı için harcansın diyecekseniz demeniz gereken yer Türkiye Büyük Millet Meclisi değil, Kandil dağıdır! Eğer terörle anılan topraklar barış ile anılsın diyorsanız; katil olanın devlet değil birilerinin maşası olan pkk terör örgütü olduğunu ayan beyan halka anlatacaksınız! 16 Sinop Nükleer Santrali, 11 GAP, 87 Atatürk Barajı, 70 Marmaray ve 100 Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapacak kadar paranın Türkiye bütçesinde kalmasını isteseydiniz; EDİ BESE diye emperyalistlerin oyuncağı olmuş, kürtlükle uzaktan yakından alakası kalmamış katil sürüsü pkk terör örgütüne bağırırdınız!
Şimdi ortak akılın konuşması gereken zamandır. Halk, pkk terör örgütünün amacının basit bir kürt ayaklanması olmadığını anlamak zorundadır. Bu gün Diyarbakır Sur ilçesinde terör örgütü saflarında yabancı uyruklu 300 paralı teröristin olduğunu, terör örgütünün Sırp keskin nişancıları Sur, Cizre ve Silopi’de devletimizin askeri ve polisine karşı kullandığını, katil devlet diyerek Türkiye Cumhuriyetine saldıranların asıl amacının ülkemizin Güney Doğusunu yabancı postallar altında çiğnetmek olduğunu kürt halkının bilmesi gerektir.  Bu teröre YETER ARTIK diyecek olan bölge halkıdır. Çünkü pkk terör örgütünün nihai hedefi kürt bağımsızlığı değil, orta doğuda yeni bir çıban başı; Büyük Ermenistan yaratma çabasıdır!
Sayın vekilden TV’lere çıkarak pkk terör örgütüne EDİ BESE-YETERARTIK demesini sabırsızlıkla beklemekteyiz. Türk Polisi ve Askeri bölücü terör örgütüne anladığı dilde “YETER!” demektedir ve demeye de devam edecektir!


16 Ocak 2016 Cumartesi

İMZA

          


            1128 akademik unvan sahibi kişi bir bildiri yayımladılar. "Bu suça ortak olmayacağız!" diyerek. Canları öyle istemiş muhteremlerin, suça ortak olmayacaklarını söylerken, suçun ortasına oturmuşlar. Hepsine de aferin, hem de en kocamanından!
            Demokratik bir ülkede fikrini açıklamak hiçbir zaman suç değildir. Demokrasi çerçevesinde fikrinizi beyan edersiniz. beğenilir yada beğenilmez. Bu, o fikri dinleyecek olanların bileceği bir iştir. Ancak; fikir beyan ediyorum diyerek yasaları hiçe saymak, suçlu ile masumu aynı kefeye koymak ve hatta daha korkunç bir şekilde; suçluyu masum, masumu suçlu ilan etmek evvel emirde vicdanları yaralar. Bunun ne beşeri hukukta, ne de sosyal yaşamda hiçbir şekilde yeri yoktur! Katil ile maktulü bir tutmanın açıklaması acaba hangi hukuk teriminde vardır? Öleni, yaşam hakkı elinden alınanı suçlamak hangi aklın ve vicdanın eseridir? Gerçekten aklın almayacağı şeyler bunlar.
            Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşlarının can, mal ve hürriyetlerinin korunmasından birinci dereceden sorumludur. Hele ki bu sorumluluk kendi egemenlik haklarının olduğu bu topraklarda mecburiyettir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi ülkesine bakarsanız bakın, bütün devletlerin ortak sorumluluğudur vatandaşlarının can ve mal güvenlikleri. 1984 ten bu yana ülkemizde yaşayan vatandaşlarımızın canına kast eden, her türlü hürriyetten yoksun bırakmaya çalışan, devlet otoritesini ve milli birliği hiçe sayan terör örgütüne herhalde yaptıklarından dolayı hesap sorulacak, yok etmek istedikleri devlet otoritesi tesis edilecektir. Hal böyleyken sanki bu gün Silopi'de, Cizre'de, Sur'da yaşananları sanki devletin suçu gibi göstermek neyin ifadesidir? Fikir özgürlüğümüdür? Yoksa askeri, lojistik ve moral çöküntü içindeki bölücü PKK terör örgütüne moral sağlamak mıdır? Açıklamada geçen "Devletin başta kürt halkına olmak üzere bölge halklarına uyguladığı katliam ve bilinçli sürgün" sözünden kasıt nedir sizce? Bu cüreti nereden almaktadır bu şahıslar? Devlet diye adlandırdıkları Türkiye Cumhuriyeti  sadece asker ve polis demek midir? Orada görev yapan ve terör örgütünün hedefinde olan memurlar, öğretmenler, doktorlar, sağlık personelleri devleti oluşturmuyor mu? Kurşunlanan ambulanslar, darp edilen, saldırıya uğrayan  sağlık görevlileri devletin aracı ve personeli değil mi? İnsanları yaşatmaya çalışan, masumların can ve mal güvenlikleri için kendilerini tehlikeye atan, canlarını hiçe sayan güvenlik görevlileri devletin personeli değil mi?
            Kimse kendini kandırmasın; sözüm ona bildiri yayınlayan, imzalayan 1128 kişi hiçte iyi niyetli değildir! Eğer bu kişiler iyi niyetli olsalardı  önce gerçek suçlunun kim olduğuna bakarlar, emperyalist ağzı ile bildiri yazmazlardı. 31 senede gerçekleştirdiği 84 bin saldırı ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 6 bin 741 sivili katleden, 14 bin257 sivili yaralayan, milyarlarca dolarlık maddi zarar veren, okulları, sağlık ocaklarını, hastaneleri yakan eli kanlı örgüt saki sevgi kelebeği misali hiçbir şey yapmamış gibi gösterilmiştir.  Bunların hiç birisi göz önüne alınmazken, Türkiye Cumhuriyeti devleti sanki terörist gibi gösterilmiştir. Bunun adı sadece ihanettir! 1919 mütareke aydınlarının ağzıdır bu ağız!  
            Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli sınırları içerisine sözüm ona tarafsız gözlemci çağırmaktadır bu zevat. Neden? Güya taraflar arasında çatışma ve insan hakları ihlalleri ile alakalı olarak ulusla ve uluslar arası gözlemciler gelip rapor hazırlayacaklar… Aslına bakarsanız olay son derece zekice hazırlanmış bir kurgu; önce terör örgütü taraf olarak gösterilip, legal bir hüviyet kazandırılacak, ardından konfederatif çözüm için terör örgütü masaya oturtulacak! Bak bak bak! Harbi bunlar bayağı zeki diyorum kendimce. Ama bir de bakıyorum daha bunların yazılarının mürekkebi kurumadan  Noam Chomsky, Judith Butler, Etienne Balibar ve David Harvey gibi 355’i aşkın uluslararası isim yeni bir bildiri yayınlıyorlar! Türkiye Cumhuriyeti devletini kürt halkına karşı katliamcı gibi gösteren bu bildiride ayrıca devletimiz İŞID terör örgütüne destek vermekle suçlanıyor!  Basit gibi görünüyor değil mi? Birkaç akademisyen bildiri yayınlıyor, ardından devlet katından yükselen tepkilere karşın meşhur yabancılar yeni bir bildiri ile Türkiye Cumhuriyetini suçlayarak burada bildiri yayınlayanlara destek oluyorlar!  Ardından daha bu şoku atlatamadan ABD dışişleri sözcüsü bir açıklama ile bildiri yayınlayan öğretim görevlileri ile alakalı yapılan işlemleri rahatsız edici bir trend olarak gördüklerini açıklıyordu. Daha büyük elçinin tweetleri gündemde iken birde ABD dışişleri bakanlığı sözcüsü çıkıyordu.
            Gerçekten de son zamanlarda stratejik müttefikimiz(!) ABD ne hikmetse gerek orta doğuda ve gerekse uluslar arası arenada açık bir biçimde Türkiye'nin aleyhine olan eylemlerde bulunur oldu. Belki ben fazlaca şüpheciyim ama, hakikaten bakıldığı zaman ABD'nin gerek Irak'ta konuşlanan Türk askeri birliği ve gerekse Suriye politikasında hep Türkiye'yi karşısına aldığını görüyoruz. Önce Başika'da askerimizi çekmemizi söylüyorlar, ardından terör örgütü PKK'nın Suriye uzantısı PYD'nin terörist olmadığını söylüyorlar… Rusya ile ortaya çıkan krizde bunun Türk ve Rus devletlerinin sorunu olduğunu söylüyorlar. Sevsinler sizin müttefikliğinizi!
            Bundan önceki yazılarımda defaatle belirttiğim gibi; orta doğu coğrafyasında güçlü bir Türkiye hiçbir ülkenin yada gücün istediği bir şey değildir. Bunun için ellerinden geleni yapmaktan geri durmayacaklardır. Sanmayın ki düşmanlarımız tek bir cepheden saldırmaktadır ve sanmayın ki merttirler! Asla! Çünkü onlar; amaca ulaşmak için her yolu ve çareyi kullanmayı mubah saymaktalar.  Her yolu denemekten geri durmayacaklardır. 1922 de ters yüz edilip gönderildikleri Anadolu ve Trakya hayalinden hiçbir vakit caymış değillerdir. Atatürk ve dava arkadaşları yüzünden sadece biraz ara verdiler. Şimdilerde maşa olarak kullandıkları PKK terör örgütü ile bu hayallerini gerçekleştirmenin peşindeler.
             PKK dün Ayn El Arab'da yaptığını bu gün Cizre'de, Nusaybin'de, Sur'da ve Silopi'de yapmaya çalışıyor. Karşısında kararlılıkla hareket eden Türk güvenlik birimleri olunca da eğitimli destekçilerinden yardım istiyor!  PKK bitme noktasına gelmiştir. Çünkü halk desteği yoktur! Halk bunların kanlı yüzlerini, birilerinin maşası olduklarını görmüştür.  Yıllarca halka özgürlük savaşçıları yalanı ile kendilerini maskelemeye çalışan terör örgütü ve yandaşları hakikatte eli kanlı bir maşa olduklarını halka göstermiştir. PKK sadece bu şehirlerde değil, yuvalanmaya çalıştığı her yerde gerçek yüzünün gösterdiği için halk desteğini yitirmiştir. 1128 kişi yayınladıkları bildiri  ile PKK'ya moral destek olma çabasındadırlar.
            Halkımız,  devletimizin kendisi için yaptığı hastaneleri roketleyen, okulları ve ambulansları yakan, görevi sadece cehaletle savaşmak, körpe beyinleri aydınlatmak olan öğretmenleri, can kurtarmak olan sağlık personellerini öldüren, darp eden, tehdit eden eli kanlı PKK terör örgütünün gerçek yüzünü görmüştür. PKK çıkar savaşı için kullanılan bir tetikçiden, kiralık katilden başka bir şey değildir. Her ay düzenli olarak maaşları hesaplarına yatan PKK sever 1128 kişi; biraz insaf sahibiyseniz çıkın bu halktan özür dileyin! Geri gelmez ama; 5 aylık İrem, 1 yaşındaki Ecrin, 5 yaşındaki Efe PKK terörünün alkışlanmadığını görünce şehit ruhları belki bir nebze olsun huzur bulur.
            Şunu unutmayın; kim ne imzalarsa imzalasın; son imzayı TÜRK MİLLETİ atar! Bu vatan hamasi nutuklar ile kuru boş imzalarla değil, devletine ve milletine sadakatle bağlı, dürüst ve namuslu  çalışanların sayesinde mamur olacaktır!
           

            
           
            

2 Ocak 2016 Cumartesi

DOSTLARIMIZIN KABUSU: BÜYÜK TÜRKİYE

29 Aralık günü Alman  gazetesi Süddeutsche Zeitung internet sitesinde Mike Szymanski isimli gazetecinin bir haber yorumu yayınlanıyor. Tamamıyla taraflı ve ülkemize kin kusan bu haber yorum Almanya'nın Sesi (Deutsche Welle) isimli medya kuruluşunda da basın özeti şeklinde yayınlanıyor. Bütün Türkiye basınını (Türk değil, Türkiye! Türk olsaydı bu ayrıntıyı kimse atlayamazdı!) taradım ve bu haber ile alakalı tek bir yazarın yorumuna rastlayamadım. Sadece Cumhuriyet gazetesinde rastladım habere. Ancak anlı şanlı kalemşörlerimizden tek bir yorum yoktu! Belki gözümden kaçtı, belki de gerçekten yoktu!
            Neydi peki bu haber yada yorum? "Silahlı çatışmalar 1984'ten beri devam ediyor. 40 bin insan öldü. Çözümün şiddet olmadığı kanla kanıtlanıyor. Ve şiddet buna rağmen son bulmuyor. Kulağa ne denli acı gelse de devlet ülkenin güneydoğusunu defterden silmiş gibi görünüyor. Mazlum bölgenin ülkenin kalkınmasına bir katkısı yok. Modern Türkiye'nin yaşam duygusundan hiçbir şey Kürt bölgesine ulaşmış değil. Hükümetin operasyonlara gerekçe olarak ülkenin birliğini koruma çabasını göstermesi ise laf-ı güzaf. Türkiye çoktan bölünmüş bir ülke.”  
            Bir gazeteci ancak bu kadar taraflı ve bu kadar düşmanlık ve kin dolu bir haber yapabilirdi! Sanki herr Szymanski yıllardır bu ülkede yaşamakta, sanki 1984 den beri Güneydoğu ve Türkiye'yi çok iyi bilmekte, ve sanki çatışmaların tarafı gibi kaleme almaktadır! İşin garip olan tarafı bu beyefendinin tevellüdü daha 1977… Bize göre çocuk yani. Peki bu gazetecinin Türkiye aşkı nereden geliyor?  Bu beyefendi 2015 yılından itibaren çalıştığı Süddeutsche Zeitung gazetesinin Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs muhabirliğini yapıyor. Türkiye'yi ne kadar tanıdığı ise meçhul.
            Sayın okurlarım; bendeniz yıllarca ülkemizin doğu ve güneydoğusunda bulunmuş birisiyim. Yani birileri gibi Boğazda oturup Tendürekleri, Şehidanları, Gabarı, Ciloyu, Satı, Buzulu, Zagrosları yazan birisi değilim. Bu garip acizane,  bu yerleri birer birer gitmiş, görmüş ve yaşamış biridir. Yıllarca "Dövlet bize bahmir!" diyenlerin aslında en çok devlet imkanlarından yararlanan kişiler olduğunu, devletin memuru, amiri, askeri ve polisi ile gece gündüz hiç dur durak bilmeden halka hakikaten hizmet götürmeye çalıştığını, bu uğurda can verdiklerini bu Alman gazetecisinden çok daha iyi  bilen ve yaşayan birisiyim.
            Yıllarca iktidara gelen bütün siyasi partiler hükümet ettikleri sürece ilk evvel doğu ve güneydoğu bölgelerine yapılacak devlet hizmetlerini, yatırımları ön plana çıkartmışlar, bu bölgelere katrilyonlar dökülürken yanı başımızda pek çok köyümüz su, elektrik, asfalt, ve kanalizasyona kavuşmayı beklemek zorunda kalmıştır.  Benim milletim üleşmeyi bilir. Mazluma sahip çıkmayı, bir dilim ekmeği, bir yudum suyu paylaşmayı bilir. 1991 de Irak'ın kuzeyinden gelenlere nasıl kucak açtığımızı bizzat şahidi olarak ben bilirim. Huduttaki askerlerimizin mataralarındaki suyu, çantalarındaki peksimeti nasıl paylaştıklarını gözlerimle görmüş birisiyim. Şimdi Suriyelilere Türk Milletinin nasıl kucak açtığını gören birisiyim. Öyleyse bu kadar alicenap bir millet nasıl olurda aynı siperde harp ettiği, kız alıp kız verdiği, durduğu kıblesi bir, inandığı din bir, beraber gülüp, beraber ağladığı kardeşine ayrımcılık eder? benim milletim hiçbir zaman ülkenin doğu ve güneydoğusunda yaşayanları el gibi görmemiştir. Kendi öz kardeşi olduğunu bilir ve böyle de bilinmesini ister.
            Herr Szymanski kürt bölgesine yatırım yapılmıyor demekte. Bendenizde "Sen halt emişsin bayım!" demekteyim. Çünkü 2002 yılından 2015 yılına kadar ülkede devlet tarafından yapılan toplam yatırımın %23 ü Syzmanski efendinin kürt bölgesi dediği doğu ve güneydoğu bölgelerine yapılmış! Türkiye'de yedi coğrafi bölgenin olduğu ve en az vergi katkısının bu bölgeler olduğu düşünülürse, ülke genelinde yapılan toplam 462,8 Milyar TL olarak yapılan yatırımın 105,4 milyar lirası bu bölgeye yapıldıysa, ben kusura bakmayın ama yine "Sen halt emişsin bayım!"derim. Türkiye Cumhuriyeti devleti basit yorumlarla, basit haberlerle yıkılacak bir devlet değildir elbette. Yapılan yatırımlar, vatandaşlara verilen hizmet sırf bir Alman gazeteci yok dedi diye yok olmaz, ancak sinek ne kadar küçük olursa olsun mide bulandırır! Hele hele böyle bir yorum 30 dilde TV, Radyo ve İnternet haber portalı ile yayın yapan DW (Deutsche Welle- Almanyanın Sesi) kanalında yayınlanırsa ne olur sizce? Tek bir cevap verilir bu soruya; Almanya silah ile PKK'nın başaramadığını psikolojik harp ile başarmak telaşında! Bunun içinde her türlü yolu denemekte. Son zamanlarda DW kanalında ne hikmetse Irak ve Türkiye arasında kurulacak bir kürt devletinin sık sık analizi yapılmakta. Almanlar bu konuda çok iştahlılar. Neden olmasınlar ki; 1914'de alamadıklarını şimdi almak istiyor olamazlar mı?
            Kimse kalkıp da Almanya'nın Türkiye'nin müttefiki olduğunu iddia etmesin. Eğer yanılır şaşarda birileri bu iddia ile gelirse benim verilecek cevabım hazırdır; hadi oradan! Almanya devleti ne imparatorluk döneminde, ne de diğer cumhuriyetler döneminde Türkiye'nin parçalanması fikrinden asla caymamış, her fırsatta bunu değerlendirmenin yollarını aramıştır. Daha Alman birliğini yeni sağladığı yıllarda bile meşhur şansölyeleri Bismarck Osmanlı İmparatorluğunun parçalanarak Avrupalı müttefikleri arasında paylaşılmasını istiyordu! Hatta öyle ki Bismarck bütün yakın doğu politikasını bunun üstüne kurmuştur. Türkiye'nin birinci paylaşım savaşına girmesi her ne kadar Enver, Talat ve Cemal beylerin dahiyane(!) yönetimleri neticesinde görülse de gerçekte Almanların yıllardan beri sürdürdükleri bir politikanın neticesindedir. Eğer Almanya harbi kazanmış olsaydı, sanmayın ki Osmanlı topraklarından çıkacaktı! Theobald von Bethmann Hollweg adlı asker kökenli Alman şansölyesinin düşüncesi hiçte dostane değildi. Sanmayın ki Adolf Hitler Türkiye'yi dost gördüğü için saldırmadı. Hitler,   Sovyetler Birliği içindeki Türklerin varlığından ve  aynı zamanda Türk ordusunu biraz tanıdığı için uzak durdu. Ancak Sovyetleri fethetmiş olsaydı, sırada mecburen Türkiye olacaktı! Çünkü Irak ve Arap petrollerinin önünde Türkiye bir mania olarak duramazdı!
            Bu gün bakıldığında Almanya önümüzdeki 250 yılı şekillendirme kaygısındadır. Almanların en büyük hayali dün kaçırdıkları treni bu gün yakalamaktır. Dün Osmanlı ile inemedikleri yakın doğuyu bu gün ele geçirmek çabasındadır bayan Merkel ve kurmayları. Ancak bu hiçte kolay olmayacaktır. Çünkü diğer egemen devletlerinde olduğu gibi bu pembe düşlerinin önünde Türkiye engeli vardır. Bölgede istikrarlı, halkı ile barışık, demokratik, çağdaş ve laik Türkiye emperyalistlerin en büyük kabusudur. Bu nedenle müttefik gördüğümüz yada öyle bildiğimiz emperyaller bu ülkenin birlik ve bütünlüğünün bozulması için her türlü yolu denemektedir. Yukarıdaki yazının amacıda psikolojik olarak ordumuzu ve güvenlik güçlerimizi çökertmek, demoralize etmektir! Çünkü onların beklentileri gerçekleşmemiş, Türk ordusu yenilmemiştir! Unutmayın; ordumuz yenilmeden kimse cumhuriyetimize ve milletimize kast edemeyecektir.  Çünkü " Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve yeteneğinin,Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz,Türk topraklarının ve Türkiye ülküsünü gerçekleştirmek için harcamakta olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi İmkânsız güvencesidir." M.K.Atatürk-1937
            Birileri pembe hülyalara dalabilirler; kimseye sözümüz olmaz. Ancak; mevzu Türkiye ve Türk Milleti olunca, o pembe hülyaları kabusa çevireceğimizden kimsenin şüphesi olmasın!
            Bu gün sadece Almanya'nın değil, müttefikimiz gibi görünen bütün batı ülkelerinin kabusu Büyük Türkiye'dir. Bunu başarmakta çok zor değildir. Rahmetli Prof. Dr.Oktay Sinanoğlu hocamızın buyurduğu gibi; Adriyatikten Çin seddine nasıl tek bir dil, yani Türkçe bizi götürüyorsa, Türk Birliğini kurmakta hayal değildir! İşte Avrupa, Amerika, Rusya, Çin ve bilimum dostlarımızın(!) ortak kabusu budur!



28 Aralık 2015 Pazartesi

KÜRDÜN KANI


            Yıllardan beri PKK terör örgütünün  kürt halkına özgürlük vereceğini iddia ederek sürdürdüğü kanlı terör eylemleri; bölge halkına bırakın özgürlük getirmeyi, tam bir kabusa ve esarete neden olmakta.  Onlar halk hareketi yaptıklarını söylüyorlar, ama hakikatte tam bir çıkar savaşı!
            Yıllardan beri binlerce kürt çocuğu PKK'nın kimin yada neyin için yürüttüğü bilinmeyen kanlı savaşı neticesinde hayatından oldu. Kurulduğu 1974 yılından beri PKK saflarında, ama örgütün sempatizanı, ama militanı olarak faaliyet gösteren kürt çocukları neye yada kime hizmet ettiklerini bilmeden ve çoğunluğu orta yaşı göremeden Irak'ın, İran'ın, Suriye'nin  ve Anadolu'nun dağlarında yok olup gittiler. Oysa onların PKK'ya katılma gerekçeleri yada kendilerine göre nedenleri çok ama çok farklıydı. Kimine "özgürlük" vaat ederken, kimine şan şöhret ve para vaat ettiler. Ama sonuç hep hüsran oldu ve olmaya da devam ediyor. Resmi istatistiklere göre 1984 ten 2015 yılı Ağustos ayına kadar öldürülen PKK'lı sayısı 22 bin 374, bu zaman zarfında PKK'nın öldürdüğü sivil vatandaşların sayısı 6 bin 741 ve yaralanan sivil vatandaş sayısı 14 bin 257! Örgüt içi infazların tahmini rakamı 2 ile 17 bin arasında olduğu rivayet edilmekte! Yerlerini terk edenlerin sayısı? PKK terörü yüzünden  bulundukları yerlerden ülkenin batısına veya büyük kentlere göç edenlerin sayısı 386 bin!
             Ne kadar garip değil mi? Özgürlük vaat ettiğin insanları sırf terör baronlarının keyfi için ölüme göndermek, töre, aile, çevre baskısı diyerek kaçan kız çocuklarını hayvani hisleri için kullanmak ne kadar özgürlükçü acaba? Önderleri(!) tarafından özgürleştirilme adı altında namusları kirletilen kız çocuklarının hikayeleri çarşaf çarşaf gazetelerde dizi yazı olmuştu, kimse ne inkar etti, ne de tekzip!
            Yıllardan beri yaptıkları iki şey vardır; ya yalan yanlış propagandalarla, yada zorla kürt çocuklarını dağlara götürür PKK'nın kırsalda ve kentte yuvalanan  işbirlikçileri. Klasik propaganda işe yaramazsa zorunlu askerlik adı altında; oda ekseriyetle fakir kimsesiz ailelere baskı yaparak çocukları dağa çıkartır. Eğer aile çocuğunu vermek istemezse onların belirledikleri miktarı ödemesi istenir kendilerinden. Ödeyemeyenler ise ya oturdukları köyü, mezrayı, yada şehri terk eder, yada bir şekilde eşten dosttan bulmanın çarelerine bakar. Bunları da bulamayan ailelerin katledildiklerini, evlerinin, ahırlarının, ekinlerinin yakıldığını, hayvanlarının telef edildiğini bilmem tekrar anlatmaya gerek var mı? Bunları sanmayın ki gazetelerden okudum ve sanmayın ki kurgu; asla! Bizzat ülkemizin bu bölgelerinde görüştüğüm kişilerden ve batı vilayetlerine göçüp gelen ailelerden edindiğim bilgilerdir. Peki aile zenginse ne olur? PKK terör örgütü zengin ailelere de sözde askerlik bedeli keser ve ister. Bu aileleri adeta lojistik ikmali için kullanan terör örgütü, diş geçiremediği büyük aileleri de itibarsızlaştırmaya gayret eder. Onları kendince hareketin karşısında olmakla, kürt halkına ihanet etmekle suçlar. Ne kadar etkili olduğunu bizler çok iyi biliyoruz, ama ne demişler çamur at izi kalsın.
            Bütün bunlara karşın PKK ve onun uzantısı olan yapılanmaların lider kadrolarının yakınlarının ve onların çocuklarının nasıl bir hayat sürdüğünü gördüğünüz vakit; ölümün sadece fakir kürt çocuklarının alın yazısı olduğunu görüyorsunuz. Alın yazısı biraz iddialı bir terim oldu ancak ne yazık ki gerçek budur. Görev yaptığım yıllarda Hakkari, Van, Şırnak, Sivas, Bingöl, Bitlis gibi illerimizden gönüllü yada zorla PKK saflarına katılan çocukların nasıl Türk Silahlı Kuvvetlerinin önüne yem olarak atıldıklarını gerek rütbeli arkadaşların anlatımlarından  ve gerekse bizzat tanık olduğum olaylardan biliyorum. 14-15 yaşlarında henüz oyun çağındaki çocukların eline verdikleri silahlar ile ölüme gönderen terör baronları mağaralarda gününü gün ederken, çatışmada öldürülen veya korkudan teslim olan erkek çocuklarının bile tecavüze uğradıklarını görmüştük. Gerçekten de bu çocuklar kim yada ne için öldüklerini bile bilmeden Anadolu'nun yada Kuzey Irak'ın dağlarında yok olup gidiyorlardı.
            Birileri ısrarla Kürdün Kanına Ekmek Doğramaktaydı.  Yıllardan beri bu hiç değişmedi. Ölenler ne için öldüklerini bilemeden öldüler hep.
            Birisinin çocuğu Amerikalarda okur, öbürünü ki Avrupalarda...Gariban kürt çocuğu okulu sözde kendisi adına savaştığını söyleyen kansızlar tarafından yakıldığı için okuyamaz! Birisi akşam yemeğinde Fransız yemeği yer, öbürü Çin lokantasında arzı endam eder; gariban kürt iki üç şerefsiz yüzünden devletin vereceği ekmeğin yolunu gözler... Kimin savaşı bu? Kimin mücadelesi? Türkün ve kürdün kanına ekmek doğrayan emperyalist uşaklarının çok mu umurunda 12-13 yaşında 10 lira verip de askere Molotof attırdıkları çocukların hayatı? Eğer kutsal olan Yaşama Hakkına saygı duysalardı; bu çocukları  görevi sadece huzur ve güveni sağlamak olan, 24 saat aç susuz, ölümün karşısında vatandaşın can güvenliği için canını ortaya koyan güvenlik güçlerinin karşısına çıkartırlar mıydı ağzı süt kokan bebeleri? Eğer bu kürt çocukları için savaşıyorlarsa, üç aylık bebeği gözünün önünden, beş yaşındaki sabiyi ensesinden kurşunlarlar mıydı?
            PKK terörü basit bir vaka değildir! Birilerinin (madam  Danielle Mitterrand, Claudia Roth, Angela Merkel gibi teyzeler başta olmak üzere) şirin göstermeye, özgürlük savaşçısı gibi lanse etmeye çaba gösterdikleri eli kanlı örgüt, belki de dünyanın bir çok casusluk teşkilatı ile aynı anda çalışmakta olan taşeron bir örgüttür! Çünkü PKK artık 1974 te ki PKK değildir! En büyük marifeti tetikçilik yapmak olan bu eli kanlı örgütün   arkasında,  bu coğrafyada istikrarlı bir Türkiye istemeyen, Anadolu'nun ve Trakya'nın  zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip olmak isteyen; görünende müttefik ama gerçekte Türkiye Cumhuriyetinin kan ve can düşmanları vardır. Eğer öyle olmasaydı; 30 senede  48 bin 435 uzun namlulu ve ağır silah, yaklaşık 80 bin el bombası, 43 bin tabanca ve 5 milyonun üzerinde mermisi güvenlik güçlerinin eline geçen PKK nasıl dayanacaktı? Bakınız lütfen rakamlara dikkat ediniz. 5 tümen askeri yani bir orduyu donatacak silah ve mühimmattan bahsediyorum. Bu denli bir silah ve silahlı güç nasıl teşkil edilir? Dışarıdan, daha Türkçesi organize bir güç yada güçler tarafından yardım almadan nasıl böyle bir güce ulaşabilirsiniz? Evet; yıllık yaklaşık 500 milyon dolarlık bir uyuşturucu trafiğini yönetiyor bu örgüt, ama ne olursa olsun bu denli bir gücü teşkil etmesi imkansız bir durum. Hele ki Irak'ın kuzeyinde, ABD, İngiltere, Çin, Fransa ve Rusya gibi ülkelerin istihbarat ve kontrterör kuruluşlarının cirit attığı bir ortamda, mümkün mü?
            Kim ne derse desin, kim ne iddia ederse etsin; bu gün Irak, İran, Suriye ve Türkiye'de ki kürtlerin en büyük düşmanı PKK terör örgütüdür. Çünkü; eğer öyle olmasaydı, binlerce kürdü yerlerinden yurtlarından etmez, binlerce kürdün kanına girmez, kürtlerin yaşadıkları, yüzyıllardan beri yurt tuttukları yerleri cehenneme çevirmezdi!
            Bunların yaptığı; Kürdün kanına ekmek doğramaktır! Eğer gerçekten kürt halkının selametini ve geleceğini düşünüyor olsalardı Ermeni bayrakları ile poz vermezler, Müslümanlara ait camileri, kürt çocuklarının okuduğu okulları, kürtlerin canı için kurulan hastaneleri kundaklamazlar, kamu görevlilerini öldürmezlerdi!
            Ortadoğu coğrafyasında hangi ülkede yaşarsa yaşasın, kürtlerin bilmesi, gereken çok önemli bir şey var; sizin kanınız ne kadar akarsa aksın, Irak'ta, İran'da, Suriye'de ve Türkiye'de ne kadar çok kürt öldürülürse öldürülsün, istatistikleri doldurmaktan öte bir işe yaramayacak! Çünkü emperyalizm sizin dökülen kanınızı, verdiğiniz canınızı değil, satacağı silahı, alacağı petrolü hesaplıyor! Dün terör örgütü listesine aldıkları örgütleri bu gün kara gücü olarak kullananların yarın Afganistan'da yaptıkları gibi onları hedef tahtasına dikmemeleri için hiçbir neden yoktur! Bu nedenle kürtler artık taraflarının emperyalist batı değil, yüzlerce yıldır bu coğrafyada bir ve beraber yaşadıkları insanlar olduğunu unutmamalıdır!

20 Aralık 2015 Pazar

TÜRKİYE'NİN YERİ



            Kasım ayında bir zirve gerçekleştirildi ülkemizde. G20 denilen bu iki günlük zirveye çevrildi dünyanın gözü. Ben zirvede alınan kararlara, Obama'nın süper lüks korunan konuk evine, Suudi kralının şatafatlı görgüsüzlüğüne değinmeyeceğim.
            Bu zirve başlamadan  hemen önce Türkiye Cumhuriyeti devleti 2013 yılında yaptığı ve o güne kadarki en büyük savunma ihalesini iptal ettiğini duyurdu.  Bu ihalenin iptal edilmesindeki olağanüstülük ihaleyi kazanan ülke yada şirketin kimliğiydi; ihale  Çinli bir şirket tarafından kazanılmıştı ve füze savunma ihalesiydi. Toplam tutarı ise 3 milyar 400 milyon Amerikan dolarıydı!
              G20 zirvesine saatler kala yapılan bu açıklama NATO üyesi ülkelerde ve özellikle ABD ile İngiltere'de memnuniyet verici olarak karşılanıyordu! Nasıl karşılanmasın ki? Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu boyutta bir silah alımı öncelikle NATO içerisinde en büyük silah ihracatçısı durumundaki ABD, Fransa ve İngiltere'yi rahatsız etmiştir. NATO üyesi Türkiye'nin ittifakın düşmanı durumundaki bir devletten bu denli büyük bir silah sistemi alması ittifakın hava savunma sisteminde sıkıntıya yol açacağı şeklinde askeri kanat tarafından dile getirilirken, siyasi kanat Türkiye'nin ittifakın düşmanlarıyla silah alış verişi yapmasını kabul edemiyordu. Kapalı kapılar ardında sürdürülen görüşmelerde ısrarla Türkiye'nin bu hatasından (!) dönmesi isteniyordu. Ve… Türkiye batılı dostlarını kıramayarak ihaleyi iptal ediyordu. Hem de G20 zirvesine saatler kala!
            Mesele sanıldığı gibi basit bir silah ihalesi değildir. Mesele çok daha derin, Avrupa ve Asya'nın ve hatta dünyanın gelecekteki 250 yılını alakadar eden bir meseledir. Şöyle ki; Türkiye son yıllarda özellikle terörle mücadele, Irak ve Suriye  konularında müttefikleri ile ciddi fikir ayrılıklarına düşmüş durumdadır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti geleceğinin şekillendirilmesinde kendi fikirlerinin ve kaygılarının dikkate alınmasını istemekte, bunun için uluslar arası arenada fikirlerini ve kaygılarını müttefikleri ve komşularına anlatırken tedbirlerini de kendi çapında almaktadır. Ancak müttefik olarak gördüğümüz yada öyle bildiğimiz batılı devletler için Türkiye'nin kaygılarından çok kendi çıkarları ön plandadır! Elbette bu böyle sürecek değildir. En küçük bir olayı kendileri için kullanmaya alışık olan batılı şımarık müttefiklerimiz böylesine büyük bir silah alımında şaşırmışlar ve hemen Türkiye'nin NATO üyeliğini öne sürmüşlerdir.
            Türkiye Cumhuriyeti 4000 senelik bir devlet geleneğinin mirasçısıdır. Bu miras kolay edinilmemiş, 136 devlete mal olmuş bir mirastır!
             Bu gün dost yada müttefik gibi görünenlerin yarın kendisini arkadan hançerlemekten geri durmayacağını çok iyi bilmektedir. Bu nedenle bu gün müttefik yada dost gibi görünenlerden azami yarar sağlamak devletimizin elbette ana prensibidir.  Devletlerin dostları olmaz, çünkü devletler bir mekanizmadır. Dostluk ve kardeşlik milletler arasında olur. Bu gün müttefik veya dost dediğiniz bir devletin yönetim veya politika değişikliği ile düşmanınız olmayacağını kimse garanti edemez!
            Türkiye yıllardan beri gerek NATO ve gerekse BM gibi örgütlerin ortak kararlarına azami katılmış bir devlettir. Kore örneği hala canlı bir hatıradır. Keza Somali, Bosna, Kosova, Lübnan, Makedonya, Gürcistan ve Afganistan  aynı şekilde ülkemizin askeri, siyasi ve ekonomik olarak katkı sağladığı bölgelerdir. Buna mukabil ülkemiz yanı başındaki Irak, Suriye ve benzeri ülkelerin siyasi boşlukları nedeniyle en çok zararı gören devlet durumundadır.
             Birinci körfez harekatında ve arkasından ikinci Irak savaşında binlerce Irak'lı mülteci ülkemize sığınmış, buna mukabil müttefiklerimiz (!) söz verdikleri halde kıllarını kımıldatmamışlar, "Çekiç Güç" adı altında yerleştirdikleri ihanet gücü yıllarca ülkemizin başına bela olan PKK terörünü adeta beslemiştir! En son Suriye örneğinde olduğu üzere Mister Obama tavşana kaç, tazıya tut demekte, çelişkili açıklamaları ile Türk halkının aklında soru işaretlerine neden olmaktadır. Mister Obama'nın Avrupa'da en önemli müttefiklerinden olan Frau Merkel büyük atası Bismarck gibi gözünü Anadolu ve Mezopotamya petrollerine, yer altı kaynaklarına dikmiş durumdadır. Silahlı Kuvvetlerimizin ve Polisimizin yaptığı son operasyonlarda ele geçirilen Alman menşeli silahlar, Amerikan yardımı uçak savar füzeleri müttefiklerimizin bize olan muhabbetlerini ayan beyan gözler önüne sermektedir. Sözüm ona Suriye'de PYD terör örgütüne 50 ton silah yardımı yapan ABD, sanki İŞID terör örgütünü elinde uçakları varmış gibi PYD terör örgütüne Stinger füzesi vermiştir. Peki bu STİNGER füzeleri ne işe yarar? Karadan havaya atılır ve jetlerin korkulu rüyasıdır. Askeri çevrelerde adı aircraft killer yani uçak katilidir. Menzili 4.8 km olan bu uçak katili füze kimin için verildi sizce? PKK bu füzeleri nazar boncuğu olarak mı kullanacak? Türkiye devleti ve halkı bunların arkasındaki art niyeti bilmiyor mu?
             Türkiye batılı müttefiklerinin hiçte şakaya gelmediklerini çok iyi bilmektedir. En son Rusya ile meydana gelen uçak krizi göstermiştir ki; Türkiye her hangi bir devlet ile harbe girişirse ne NATO, ne BM Türkiye'nin yanında olmayacaktır! Bunu bu gün çok daha iyi anlamaktayız. Bakınız ABD dışişleri bakanı John Kerry ne diyor; "Rus uçağının Türkiye tarafından Suriye sınırında düşürülmesinin, artık ABD-Rusya ilişkileri açısından gündemde olmadığını söyledi. Kerry, Amerikan yönetiminin olayla ilgili son bulguları görmeyi beklediğini dile getirdi." (Russia-1 Tv Kanalı) Bunun üzerine başka bir açıklama yapmaya gerek var mı dersiniz? Bence yok!
            Bundan 2 yıl kadar önce zamanın TC başbakanı Erdoğan şöyle bir açıklama yapıyordu; “AB bizi unutmak istiyor ama çekiniyor unutamıyor. Halbuki bir açıklasa biz rahatlayacağız. Oyalayacağına bizi, açıklasın biz de işimize bakalım. Geçenlerde Sayın Putin'e 'Bizi Şangay Beşlisi içine alın' dedim. Biz de AB'ye 'allahaısmarladık' diyelim, ayrılalım oradan. Bu kadar oyalamanın ne anlamı var?” dedi. (26 Ocak 2013-Hürriyet gazetesi) Bu sözlerin Avrupa ve ABD başkentlerinde nasıl bir depreme neden olduğunu hatırlayanınız var mı? Evet; Türkiye başbakanı bu açıklamayı yapınca bir anda "Türkiye'nin üyeliği gündemimizde yok!" diyen Avrupa Birliği üyesi ülkelerin devlet yada hükümet başkanlarından arka arkaya açıklamalar geliyordu. "Modern Türkiye'nin yeri batı medeniyetidir." diyerek…
            Peki ne olurdu ki Türkiye Şangay İşbirliği Örgütüne katılsaydı? Herhalde kıyamet kopmazdı değil mi? Sonuçta AB yıllardan beri bu ülkeyi bırakın kapıda bekletmeyi, sokağına bile katmıyordu. Bir gün Yunanistan, başka gün Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, derken Almanya veya Fransa; yani sabah kim erken kalktıysa "Türkiye'nin alınmasını düşünmüyoruz!" diyerek açıklama yapmıyor muydu? Peki neden Türkiye başbakanının açıklamaları keyiflerini kaçırıyordu ?
            Aslında mesele görünenden çok daha derin ve çok daha hayati öneme sahip. Çünkü Şangay İşbirliği Örgütü,  Türkiye birliğe katıldığı taktirde dünya enerji sektöründe tek olacaktı. Kıtaların arasında geçiş noktasında olan Türkiye Avrupanın ihtiyacı olan enerjinin vanalarını elinde tutacaktı. Örgütün hali hazırda üye ve gözlemci statüsünde bulunan ülkeleri dünyanın petrol üretiminin yarıdan fazlasını sağlamaktalar ve bu durum bile Amerikalı ve Avrupalı misterlerin uykusunu kaçırmaktadır! Ekonomik büyüklük ve pazar imkanları ile örgütü ele aldığınız zaman yüz yıllardan beri dünyayı sömürmeye alışık egemenleri ters yüz edecek derecede bir büyüklüğe şahit olmaktayız. Birde buna askeri büyüklüğü eklerseniz neden Türkiye'nin batı için vazgeçilmez olduğunu anlarsınız!
            Bu gün Rusya Federasyonu ve Türkiye arasında Rus savaş uçağının düşürülmesi ile ortaya çıkan kriz en çok Türkiye ve Rusya'yı vurmaktadır. Aynı şekilde bu krizden kârlı çıkacak olanlarda en başta İsrail, ABD, Almanya ve İngiltere olacaktır! Nedeni ise gayet açıktır; Türkiye ve Rusya birbirine muhtaç ve hatta mecbur iki devlettir. Bunların ayrılığı yada aralarındaki ihtilaflar bu coğrafyada barış ve huzur istemeyenlere yarayacaktır, başkasına değil!
            Türkiye'nin yeri şu yada bu ittifakın veya medeniyetin yanı değildir! Türkiye'nin yeri kendi milli menfaatleri nereyi yada kimi gerektiriyorsa orasıdır!
           
                                         Kudret HARMANDA
                                         20.12.2015-Pazar