8 Mart 2016 Salı

TARİH BOYUNCA TÜRK KADINI VE KAPİTALİZMİN YENİ OYUNCAĞI 8 MART

TARİH BOYUNCA TÜRK KADINI
VE
KAPİTALİZMİN YENİ OYUNCAĞI 8 MART

            Yüzyılların birikimin bir gecede bırakılması, bir anda unutulması imkânsızdır. Yüzyıllardır köleleştirilmiş, hiç bir hukuki hakkı kalmamış, eşit iken ikinci ve hatta üçüncü sınıf bir hayata mahkûm edilmişken bir anda dünyanın pek çok yerinde hemcinslerinin bile aklına gelmeyen ayrıcalıklara kavuşmak Türk kadınına yaratanın bir lütfudur!
            Düşünün; binlerce sene erkeği ile yan yana tarih yazan Türk kadını sanki o tarihi yazan kendisi değilmiş gibi bir anda kafes arkalarına kapatılmak, kimliksizleştirilmek, yok sayılmak istenmiştir. Ne adına derseniz; akıl ve mantık dini İslam adına! Oysa gerçek İslam hiçbir zaman kadının ikinci planda olmasını, kadınların yok sayılmasını söylememiştir. İslam Peygamberi Hz. Muhammed kadınlar ile istişare eder, onların fikirlerini alırdı. Ne zaman ki kadını hor gören Arap adetleri tekrar zuhur etti, kadın İslam dininde çocuklardan bile sonra gelmeye başladı! TÜRK kadını asla ve asla erkeğinin gölgesinde, arkasında, onun merhametine ve insafına sığınmış bir halde olmamıştır! Ne vakit ki İslam dinini kendine göre yorumlayan sahtekârlar çıkmıştır ve ne zaman ki bunlar kendince Allah'ın şeriatını kendi çıkarlarına uydurmuştur, o gün kadınlarımız orta doğunun silik kadınlarına benzemeye başlamışlardır!
            Kadim Türk içtimai hayatında kadınlar hiçbir zaman ikinci planda olmamıştır. Bunu gerek destanlarda, gerek halk söylencelerinde ve gerekse komşu devletlerin, özellikle Çin ve İran kayıtlarında ayrıntılı bir biçimde görmekteyiz.
            İlk Türk destanlarından Manas destanında Manas hanın karısı Kanıkay Katun yiğit ve bilge kişiliği ve sadakati ile çokça övülmektedir. Çok iyi bir binici, engin görüşleri ile kocasına daima yerinde öğütler veren bilge bir eş, savaşçı bir Katun olduğu destanda ayrıntısı ile anlatılırken, Türk Kızlarına adeta örnek almaları öğütlenmektedir.
            Bilinen ilk Türk Kağanlarından Tengri Kut Börü Tonga (Motun-Mete) ülkeyi yönetirken eşi Katun ile birlikte yönetmiş, hatta bir keresinde eşi Katun devlet adına Çin elçileri ile karşılıklı antlaşma imzalamıştır.
            Türk Bilge Kağanın anası olan İl Bilge Katun; eşi İlteriş Kutluk Kağan ölünce henüz 8 yaşında olan oğlu  Bilge ve 7 yaşında ki oğlu Köl Tigin'i Umay Ana misali büyüterek ileride Türk Budununun başına geçecek olan yiğitleri yetiştirmiştir. Her iki tarihi şahsiyetin yetişmesinde anaları İl Bilge Katun'un etkisi çok büyüktür!
            630 senesinden sonra Uygur boylarını toplayan PUSA'nın annesi devlet içerisinde önemli bir rol oynuyor ve muhakemeleri bile o idare ediyordu!
            Bir Hayma Anamız vardır ki; küçük bir obayı koca bir cihan imparatorluğu yapan şahsiyettir aslına bakarsanız. Kocası Gündüz Alp Fırat nehrinde boğularak ölünce dağılmakta olan boyun başına geçen Hayma Anamız otoriteyi sağlayarak Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat'a varıp kendisine ve obasına yaylak ve kışlak vermesini diler. Önce Ankara Katacadağ civarında yerleşen boyunu daha sonra Söğüt'e getirir. Anadolu'da ki ilk anıt mezarında sahibi olan Hayma Anamız tarihçilerimiz tarafından haklı olarak DEVLET ANA olarak tanımlanır ki; hakikaten çok yerinde bir tanımlamadır!
            Tarihimizin neresine, hangi sayfasına bakarsanız bakın; bizim kadınımız  Araplar, Acemler,  Çinliler, Romalılar   veya başka uluslarda olduğu gibi alınıp satılmamış, her şeyden evvel ana,  yani temel olarak ailenin ve dolayısıyla Türk Milletinin emniyet sübabı olmuştur. Ünlü Arap seyyahı ve diplomatı İbni Fadlan  fakir bir Oğuz kadınının edep yerini açık görmüş ve şaşırmıştı. Her tarafını örtecek bir bez parçasını bile bulamayan bu fakir Türk kadınının Arap seyyahını azarlayarak söylediği sözler meşhurdur. Arap kadınları daima kapalı gezerlerdi. Buna rağmen Araplar arasında zina olabilirdi. (Hatta yaygın idi!) Ancak Türkler apaçık gezseler de, onlar arasında zina denen şey olmaz ve olamazdı! Bir Göktürk kağanının zina yapan Çinli bir prensesi, halkın önünde ve bizzat kendi kılıcı ile nasıl öldürdüğü de, Türk tarihinin meşhur olaylarından birisidir. Türklerin bu sert hareketlerini Çinliler vahşet olarak adlandırmışlardır. Ama ordu halindeki bir millette, bu işler başka türlü olamazdı!
            Türk kadınları hiçbir zaman yabancı evliliklere hoş gözle bakmamışlardır. Öyle ki siyasi evlilikler yapan Türk Prensesleri ilk fırsatta kendi illerine, ülkelerine dönmüşlerdir. Kağanların ilk eşleri kesinlikle Türk olmak zorundadır. Tengriden gelen kut, kağanın Türk Katunundan olma çocuklarınındır. Hiçbir şekilde yabancı eşlerden olan çocuklara (bunların hepside siyasi evliliklerdir.)  kağanlık hakkı tanınmazdı.  Katun eşi sefere çıkınca ülkenin yönetimini ele alır, her türlü siyasi yazışmaları eşi adına yapar, hatta anlaşmalar imzalardı!
            Gerek kadim Türklerde ve gerekse ilk Müslüman Türk devletlerinde kadınımızın diğer ulusların kadınlarına göre hem ülke yönetimine, hem de sosyal ve içtimai hayatta eşinin yanında olduklarını görüyoruz. Ancak özellikle 1453'ten sonra kadınlarımızın kafesler ardına kapatıldığın şahit olmaktayız ki; bu Türk kadınının hak ettiği bir durum değildir! Çünkü Türk kadını kafesler ardında olabilecek bir yaratılışa sahip değildir! Yeri gelmişken şunu özellikle yazmadan geçemeyeceğim; Ahi Evran'ın eşi Fatma Bacı, Moğol istilasına karşı Baciyan-ı Rûm dediğimiz teşkilatı kurmuş ve Moğollar ile harp etmiştir! Yani Türk kadını öyle birilerinin istediği gibi hamur açan, çocuklarına bakan, tarlada amelelik eden, silik, kimsesiz, çaresiz değildir. Gerektiğinde en önde savaşmasını bildiği gibi, en ön safta vazife almasını da bilmiştir. Tarihimiz pek çok isimsiz kadın şehidimiz ve gazimiz ile doludur. Bu gün pek çok Türk çocuğunun ne yazık ki merak edip araştırmak gereği duymadığı şanlı kadınlarımızın arasında Nene Hatun gibi isimleri abideleşenler olduğu gibi, Çanakkale’de cephenin en ön hattında keskin nişancılık, sakilik, hasta bakıcılık, hatta fırıncılık ve aşçılık yapanlar da vardır.  Son nefeslerine kadar vatanın selameti için çarpışan ve şehit düşerek bağrında yatan kahraman kadınlarımızın isimleri ne yazık ki elimizde mevcut değildir. Türk kadınları İstiklal Harbimizde erkekler ile adeta yarışmışlardır. Kuvayı Milliye içinde çete olan kadınlarımız, düzenli orduda subay, çavuş, asker olarak en ön saflarda düşmana uçarcasına atılmışlardır. Binlerce senedir analarının, ninelerinin gittikleri yoldan gitmeye devam etmişler, kâh şehit olmuşlar, kâh gazi olmuşlar ama asla namuslarını, şeref ve haysiyetlerini düşmanın postalı altında ezdirmemişlerdir.
            Türk Milletinin Ulu Başbuğu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Türk kadınının yerlerde sürünmesini, cehalet içinde boğulmasını, hukuk önünde kimsesiz kalmasını ve hepsinden önemlisi erkeği ile beraber kurduğu Cumhuriyette erkek egemenliği altında ezilmesini istememiştir. Bunun için pek çok kanundan önce medeni yasanın ve hukuk yaslarının değiştirilmesini sağlamış; kadın ve erkek miras ve hukuk açısından eşit konuma getirilmiştir. Türk kadını Atasına minnettar olmalıdır. Çünkü dünyanın pek çok medeni olarak adlandırılan ülkelerinde bile kadının adı yokken Gazi Mustafa Kemal, Türk kadınına hak ettiği yere gelmesi ve her türlü hakkın verilmesi için çaba harcamıştır.  Çünkü Türk kadını asildir. Türk kadını fedakârdır. Türk kadını cefakârdır.
            Osmanlı zamanında birçok kez yenileşme, kalkınma çabaları olmuş ancak hiç biride tam bir başarıya ulaşamamıştır. Çünkü yenileşme ve kalkınma asıl olana, yani bu işin dinamizmi için olmazsa olmazı olan kadınlarımızdan başlamamıştır! Gazi Mustafa Kemal Paşa bunun farkında olup; kalkınma ve yenileşme için kadının en önde olmasını istemiştir. Bu nedenle hazırlanan tüm yenileşme hareketlerinde kadınımız en önde olmuştur. Bu konuda Gazi’nin “Daha selâmetle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlakî, içtimaî iktisadî hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yoludur.” sözü anlatmak istediğimizi daha iyi ifade edecektir.
            Bu gün Türk kadını Atasının kendisine gösterdiği hedeflerden sapmadan, aynı azim ve kararlılıkla yoluna devam etmektedir. Sanat, spor, siyaset, ekonomi, tıp, askerlik, adliye ve kolluk kuvveti gibi pek çok alanda kadınlarımız erkeklerimizle yarışır haldedir.
            8 Mart emekçi kadınlar gününün istismar edilerek artık tüketim günü halin gelmesi münasebetiyle hiçbir kadın arkadaşımın bu günlerini kutlamıyorum. Çünkü kadın benim düşüncemde bir gün ile anılamayacak kadar kıymetli ve önemlidir. Ömrümüzün bütün anında yanımızda olan, bizimle olan kadınlarımızı bir güne sığdırmak ancak ve ancak kapitalist emperyalizmin insanları robotlaştıran bir tuzağıdır. Eğer bu gün kutlanacak ise-ki 8 Mart kutlama değil 1857 de yakılarak öldürülen 129 kadın işçiyi anma günüdür- Türk kadınına medeni ve hukuki hakların verildiği 5 Aralık tarihi Kadın Hakları Günü olmalıdır!

            Eğer kadınlarımızı ve annelerimizi yılın sadece iki gününe sığdırma gafletine kapıldıysak; bunun tek nedeni unuttuğumuz geçmişimiz ve maddeleşen düşünce dünyamızdır. Lütfen Türk olduğumuzu ve Türk kadını ile Türk anasının  yılın bir gününe sığamayacak kadar büyük olduğunu unutmayalım!

29 Ocak 2016 Cuma

EDİ BESE-YETER ARTIK!

EDİ BESE-YETER ARTIK!

            TBMM kürsüsünden bir vekil haykırıyor; “Edi bese! Edi bese! Edi bese!” Türkçe anlamı yeter artık demek olan bu kürtçe kelimeyi haykıran vekil Osman Baydemir. Diyarbakır’ın Sur ve Şırnak’ın Cizre ilçelerinde yapılan terör operasyonları nedeniyle insanların öldüğünü söyleyerek milletin en kutsal yeri olan Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden haykırıyor sayın vekil; “Edi bese! Yeter artık!” diyerek.
            Sayın vekil kendince haklıdır. Fikre saygı duymak gerektir. Ancak benim de milletin bir ferdi olarak bu haykırışa verilecek bir cevabım vardır. Çünkü cevap hakkım doğmuştur.
            Sayın vekil; 15 Ağustos 1984 ten bu yana 32 yıldır neden yeter denilmedi diye sorarlar adama! Neden kürt halkının yaşam hakkı elinden alınırken, beşikteki bebekler kurşunlanırken, küçücük çocuklar dağa kaçırılırken, evler ateşe verilirken, sırf korucu diye insanlar ağızlarına para tıkılıp katledilirken EDİ BESE-YETER ARTIK denmedi diye sorarlar! Binlerce insan sakat kalırken, köylülerin hayvanlarına el konulurken, yaylaya çıkmış çobanlar keyif için kurşunlanırken, sırf insanlar öğrenmesinler diye okullar yakılırken, öğretmenler öldürülürken neden EDİ BESE demediniz diye sorarlar! Vatandaşın can ve mal güvenliği hiçe sayılırken, evlerinde bile ölüm kol gezerken, sokaklar barikat, hendek, perde ile kapatılırken, kış gününde insanlar akın akın ölümden kaçarken, daha hayatın ne olduğunu bilmeyen 5 aylık, 1 yaşında, 4 yaşında kara toprakla buluşan bebekler ölürken neden EDİ BESE demediniz diye sorarlar sayın vekil!
            Yıllarca eli kanlı örgüt sözde bağımsızlıkları için onların temsilcisi olduğunu iddia ettiği kürtleri katlederken kimse yeter demiyordu.
             7 Mart 1987 tarihinde Mardin’in Nusaybin ilçesi Açıkyol Köyü’nde 6’sı çocuk 8 kişi kurşuna dizildi. Edi bese diyen olmadı! Tıpkı  20 Haziran 1987’de Mardin’in Ömerli ilçesindeki geçici köy korucusu ailelerin yoğunlukta olduğu Pınarcık köyünde 16’sı çocuk 30 kişi vahşice katledildiğinde yeter artık diyen olmadığı gibi!
            Mesela 10 Haziran 1990 tarihinde Şırnak Güçlükonak Çevrimli köyünde 12’si çocuk, 7’si kadın ve 4’ü korucu olan 27 kişi evlerinde pkk terör örgütü militanlarınca yakılarak katledilirken kimse çıkıp da EDİ BESE demiyordu!        5 Temmuz 1993 tarihinde, faşist kürt terör örgütü pkk’nın Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde 33 kişiyi katlettiği ve köyü ateşe verdiği katliamı hatırladınız mı? Kimseden EDİ BESE diye bir feryat duymamıştık o zamanlar!
            Bu ülke pkk teröründen çok çekti. Fidan misali evlatlarını toprağa verdi. Sözde kürt aydını olduğunu söyleyenler bir defa olsun çıkıp “Bu katledilen öğretmenler, kamu görevlileri, asker, polis kürt halkı için burada; yeter artık!” demedi, diyemedi. Binlerce gencimiz toprağa girerken, binlerce ana baba evlat diyerek kara toprağı kucaklarken ne hikmetse kimsenin aklına “EDİ BESE!” demek gelmiyordu!
            Düşünün; 32 yılda faşist pkk terörüne kurban verdiğimiz insanlarımız orta boy bir ilçenin nüfusuna dayanmış. Terör kurbanları sadece ölenler değil elbette. Terörün bitirdiği hayatların yanında sakat kalan, elinden obasından kalkıp gurbet ellerde yaşamak zorunda kalan, aileleri parçalanmış, ekonomileri tükenmiş insanlarımızda var. Bu insanlarımız acı çekerken kimse çıkıp da faşist pkk terörüne EDİ BESE demiyordu!
Terör örgütünün ilk eyleminden bu güne ölen insanımızın sayısını merak edenlere tekrar yazayım ki; kimin bu işi yeter etmesi gerektiğini varın siz düşünün. 15 Ağustos 1984 ten Ağustos 2015 e kadar terör örgütü 83 bin 500 saldırı gerçekleştiriyor. Bu saldırılarda 6 bin 741 sivil hayatını kaybederken, 14 bin 257 sivil ise yaralandı. Bu dönemde güvenlik güçleri, 22 bin 374 teröristi etkisiz hale getirdi. Güvenlik güçlerinin bölücü terör örgütüne yönelik yaptığı operasyonlarda 48 bin 435 uzun namlulu ve ağır silah, yaklaşık 80 bin el bombası, 43 bin tabanca ve 5 milyonun üzerinde mermi ele geçirildi. Güvenlik güçlerinin bölücü terör örgütüne yönelik mücadelesinde bin 466’sı geçici köy korucusu olmak üzere 7 bin 230 şehit verildi. 31 yıllık mücadelede 21 bin 128 güvenlik görevlisi de yaralandı.
Rakamlar kimin kime yeter demesi gerektiğini gözler önüne sermekte. Eğer sayın vekil; yeter artık diyecekseniz, silahlar sussun, insanlarımız ölmesin diyecekseniz, çöpe giden milyar dolarlar halkımızın refahı için harcansın diyecekseniz demeniz gereken yer Türkiye Büyük Millet Meclisi değil, Kandil dağıdır! Eğer terörle anılan topraklar barış ile anılsın diyorsanız; katil olanın devlet değil birilerinin maşası olan pkk terör örgütü olduğunu ayan beyan halka anlatacaksınız! 16 Sinop Nükleer Santrali, 11 GAP, 87 Atatürk Barajı, 70 Marmaray ve 100 Yavuz Sultan Selim Köprüsü yapacak kadar paranın Türkiye bütçesinde kalmasını isteseydiniz; EDİ BESE diye emperyalistlerin oyuncağı olmuş, kürtlükle uzaktan yakından alakası kalmamış katil sürüsü pkk terör örgütüne bağırırdınız!
Şimdi ortak akılın konuşması gereken zamandır. Halk, pkk terör örgütünün amacının basit bir kürt ayaklanması olmadığını anlamak zorundadır. Bu gün Diyarbakır Sur ilçesinde terör örgütü saflarında yabancı uyruklu 300 paralı teröristin olduğunu, terör örgütünün Sırp keskin nişancıları Sur, Cizre ve Silopi’de devletimizin askeri ve polisine karşı kullandığını, katil devlet diyerek Türkiye Cumhuriyetine saldıranların asıl amacının ülkemizin Güney Doğusunu yabancı postallar altında çiğnetmek olduğunu kürt halkının bilmesi gerektir.  Bu teröre YETER ARTIK diyecek olan bölge halkıdır. Çünkü pkk terör örgütünün nihai hedefi kürt bağımsızlığı değil, orta doğuda yeni bir çıban başı; Büyük Ermenistan yaratma çabasıdır!
Sayın vekilden TV’lere çıkarak pkk terör örgütüne EDİ BESE-YETERARTIK demesini sabırsızlıkla beklemekteyiz. Türk Polisi ve Askeri bölücü terör örgütüne anladığı dilde “YETER!” demektedir ve demeye de devam edecektir!


16 Ocak 2016 Cumartesi

İMZA

          


            1128 akademik unvan sahibi kişi bir bildiri yayımladılar. "Bu suça ortak olmayacağız!" diyerek. Canları öyle istemiş muhteremlerin, suça ortak olmayacaklarını söylerken, suçun ortasına oturmuşlar. Hepsine de aferin, hem de en kocamanından!
            Demokratik bir ülkede fikrini açıklamak hiçbir zaman suç değildir. Demokrasi çerçevesinde fikrinizi beyan edersiniz. beğenilir yada beğenilmez. Bu, o fikri dinleyecek olanların bileceği bir iştir. Ancak; fikir beyan ediyorum diyerek yasaları hiçe saymak, suçlu ile masumu aynı kefeye koymak ve hatta daha korkunç bir şekilde; suçluyu masum, masumu suçlu ilan etmek evvel emirde vicdanları yaralar. Bunun ne beşeri hukukta, ne de sosyal yaşamda hiçbir şekilde yeri yoktur! Katil ile maktulü bir tutmanın açıklaması acaba hangi hukuk teriminde vardır? Öleni, yaşam hakkı elinden alınanı suçlamak hangi aklın ve vicdanın eseridir? Gerçekten aklın almayacağı şeyler bunlar.
            Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşlarının can, mal ve hürriyetlerinin korunmasından birinci dereceden sorumludur. Hele ki bu sorumluluk kendi egemenlik haklarının olduğu bu topraklarda mecburiyettir. Dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi ülkesine bakarsanız bakın, bütün devletlerin ortak sorumluluğudur vatandaşlarının can ve mal güvenlikleri. 1984 ten bu yana ülkemizde yaşayan vatandaşlarımızın canına kast eden, her türlü hürriyetten yoksun bırakmaya çalışan, devlet otoritesini ve milli birliği hiçe sayan terör örgütüne herhalde yaptıklarından dolayı hesap sorulacak, yok etmek istedikleri devlet otoritesi tesis edilecektir. Hal böyleyken sanki bu gün Silopi'de, Cizre'de, Sur'da yaşananları sanki devletin suçu gibi göstermek neyin ifadesidir? Fikir özgürlüğümüdür? Yoksa askeri, lojistik ve moral çöküntü içindeki bölücü PKK terör örgütüne moral sağlamak mıdır? Açıklamada geçen "Devletin başta kürt halkına olmak üzere bölge halklarına uyguladığı katliam ve bilinçli sürgün" sözünden kasıt nedir sizce? Bu cüreti nereden almaktadır bu şahıslar? Devlet diye adlandırdıkları Türkiye Cumhuriyeti  sadece asker ve polis demek midir? Orada görev yapan ve terör örgütünün hedefinde olan memurlar, öğretmenler, doktorlar, sağlık personelleri devleti oluşturmuyor mu? Kurşunlanan ambulanslar, darp edilen, saldırıya uğrayan  sağlık görevlileri devletin aracı ve personeli değil mi? İnsanları yaşatmaya çalışan, masumların can ve mal güvenlikleri için kendilerini tehlikeye atan, canlarını hiçe sayan güvenlik görevlileri devletin personeli değil mi?
            Kimse kendini kandırmasın; sözüm ona bildiri yayınlayan, imzalayan 1128 kişi hiçte iyi niyetli değildir! Eğer bu kişiler iyi niyetli olsalardı  önce gerçek suçlunun kim olduğuna bakarlar, emperyalist ağzı ile bildiri yazmazlardı. 31 senede gerçekleştirdiği 84 bin saldırı ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı 6 bin 741 sivili katleden, 14 bin257 sivili yaralayan, milyarlarca dolarlık maddi zarar veren, okulları, sağlık ocaklarını, hastaneleri yakan eli kanlı örgüt saki sevgi kelebeği misali hiçbir şey yapmamış gibi gösterilmiştir.  Bunların hiç birisi göz önüne alınmazken, Türkiye Cumhuriyeti devleti sanki terörist gibi gösterilmiştir. Bunun adı sadece ihanettir! 1919 mütareke aydınlarının ağzıdır bu ağız!  
            Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli sınırları içerisine sözüm ona tarafsız gözlemci çağırmaktadır bu zevat. Neden? Güya taraflar arasında çatışma ve insan hakları ihlalleri ile alakalı olarak ulusla ve uluslar arası gözlemciler gelip rapor hazırlayacaklar… Aslına bakarsanız olay son derece zekice hazırlanmış bir kurgu; önce terör örgütü taraf olarak gösterilip, legal bir hüviyet kazandırılacak, ardından konfederatif çözüm için terör örgütü masaya oturtulacak! Bak bak bak! Harbi bunlar bayağı zeki diyorum kendimce. Ama bir de bakıyorum daha bunların yazılarının mürekkebi kurumadan  Noam Chomsky, Judith Butler, Etienne Balibar ve David Harvey gibi 355’i aşkın uluslararası isim yeni bir bildiri yayınlıyorlar! Türkiye Cumhuriyeti devletini kürt halkına karşı katliamcı gibi gösteren bu bildiride ayrıca devletimiz İŞID terör örgütüne destek vermekle suçlanıyor!  Basit gibi görünüyor değil mi? Birkaç akademisyen bildiri yayınlıyor, ardından devlet katından yükselen tepkilere karşın meşhur yabancılar yeni bir bildiri ile Türkiye Cumhuriyetini suçlayarak burada bildiri yayınlayanlara destek oluyorlar!  Ardından daha bu şoku atlatamadan ABD dışişleri sözcüsü bir açıklama ile bildiri yayınlayan öğretim görevlileri ile alakalı yapılan işlemleri rahatsız edici bir trend olarak gördüklerini açıklıyordu. Daha büyük elçinin tweetleri gündemde iken birde ABD dışişleri bakanlığı sözcüsü çıkıyordu.
            Gerçekten de son zamanlarda stratejik müttefikimiz(!) ABD ne hikmetse gerek orta doğuda ve gerekse uluslar arası arenada açık bir biçimde Türkiye'nin aleyhine olan eylemlerde bulunur oldu. Belki ben fazlaca şüpheciyim ama, hakikaten bakıldığı zaman ABD'nin gerek Irak'ta konuşlanan Türk askeri birliği ve gerekse Suriye politikasında hep Türkiye'yi karşısına aldığını görüyoruz. Önce Başika'da askerimizi çekmemizi söylüyorlar, ardından terör örgütü PKK'nın Suriye uzantısı PYD'nin terörist olmadığını söylüyorlar… Rusya ile ortaya çıkan krizde bunun Türk ve Rus devletlerinin sorunu olduğunu söylüyorlar. Sevsinler sizin müttefikliğinizi!
            Bundan önceki yazılarımda defaatle belirttiğim gibi; orta doğu coğrafyasında güçlü bir Türkiye hiçbir ülkenin yada gücün istediği bir şey değildir. Bunun için ellerinden geleni yapmaktan geri durmayacaklardır. Sanmayın ki düşmanlarımız tek bir cepheden saldırmaktadır ve sanmayın ki merttirler! Asla! Çünkü onlar; amaca ulaşmak için her yolu ve çareyi kullanmayı mubah saymaktalar.  Her yolu denemekten geri durmayacaklardır. 1922 de ters yüz edilip gönderildikleri Anadolu ve Trakya hayalinden hiçbir vakit caymış değillerdir. Atatürk ve dava arkadaşları yüzünden sadece biraz ara verdiler. Şimdilerde maşa olarak kullandıkları PKK terör örgütü ile bu hayallerini gerçekleştirmenin peşindeler.
             PKK dün Ayn El Arab'da yaptığını bu gün Cizre'de, Nusaybin'de, Sur'da ve Silopi'de yapmaya çalışıyor. Karşısında kararlılıkla hareket eden Türk güvenlik birimleri olunca da eğitimli destekçilerinden yardım istiyor!  PKK bitme noktasına gelmiştir. Çünkü halk desteği yoktur! Halk bunların kanlı yüzlerini, birilerinin maşası olduklarını görmüştür.  Yıllarca halka özgürlük savaşçıları yalanı ile kendilerini maskelemeye çalışan terör örgütü ve yandaşları hakikatte eli kanlı bir maşa olduklarını halka göstermiştir. PKK sadece bu şehirlerde değil, yuvalanmaya çalıştığı her yerde gerçek yüzünün gösterdiği için halk desteğini yitirmiştir. 1128 kişi yayınladıkları bildiri  ile PKK'ya moral destek olma çabasındadırlar.
            Halkımız,  devletimizin kendisi için yaptığı hastaneleri roketleyen, okulları ve ambulansları yakan, görevi sadece cehaletle savaşmak, körpe beyinleri aydınlatmak olan öğretmenleri, can kurtarmak olan sağlık personellerini öldüren, darp eden, tehdit eden eli kanlı PKK terör örgütünün gerçek yüzünü görmüştür. PKK çıkar savaşı için kullanılan bir tetikçiden, kiralık katilden başka bir şey değildir. Her ay düzenli olarak maaşları hesaplarına yatan PKK sever 1128 kişi; biraz insaf sahibiyseniz çıkın bu halktan özür dileyin! Geri gelmez ama; 5 aylık İrem, 1 yaşındaki Ecrin, 5 yaşındaki Efe PKK terörünün alkışlanmadığını görünce şehit ruhları belki bir nebze olsun huzur bulur.
            Şunu unutmayın; kim ne imzalarsa imzalasın; son imzayı TÜRK MİLLETİ atar! Bu vatan hamasi nutuklar ile kuru boş imzalarla değil, devletine ve milletine sadakatle bağlı, dürüst ve namuslu  çalışanların sayesinde mamur olacaktır!
           

            
           
            

2 Ocak 2016 Cumartesi

DOSTLARIMIZIN KABUSU: BÜYÜK TÜRKİYE

29 Aralık günü Alman  gazetesi Süddeutsche Zeitung internet sitesinde Mike Szymanski isimli gazetecinin bir haber yorumu yayınlanıyor. Tamamıyla taraflı ve ülkemize kin kusan bu haber yorum Almanya'nın Sesi (Deutsche Welle) isimli medya kuruluşunda da basın özeti şeklinde yayınlanıyor. Bütün Türkiye basınını (Türk değil, Türkiye! Türk olsaydı bu ayrıntıyı kimse atlayamazdı!) taradım ve bu haber ile alakalı tek bir yazarın yorumuna rastlayamadım. Sadece Cumhuriyet gazetesinde rastladım habere. Ancak anlı şanlı kalemşörlerimizden tek bir yorum yoktu! Belki gözümden kaçtı, belki de gerçekten yoktu!
            Neydi peki bu haber yada yorum? "Silahlı çatışmalar 1984'ten beri devam ediyor. 40 bin insan öldü. Çözümün şiddet olmadığı kanla kanıtlanıyor. Ve şiddet buna rağmen son bulmuyor. Kulağa ne denli acı gelse de devlet ülkenin güneydoğusunu defterden silmiş gibi görünüyor. Mazlum bölgenin ülkenin kalkınmasına bir katkısı yok. Modern Türkiye'nin yaşam duygusundan hiçbir şey Kürt bölgesine ulaşmış değil. Hükümetin operasyonlara gerekçe olarak ülkenin birliğini koruma çabasını göstermesi ise laf-ı güzaf. Türkiye çoktan bölünmüş bir ülke.”  
            Bir gazeteci ancak bu kadar taraflı ve bu kadar düşmanlık ve kin dolu bir haber yapabilirdi! Sanki herr Szymanski yıllardır bu ülkede yaşamakta, sanki 1984 den beri Güneydoğu ve Türkiye'yi çok iyi bilmekte, ve sanki çatışmaların tarafı gibi kaleme almaktadır! İşin garip olan tarafı bu beyefendinin tevellüdü daha 1977… Bize göre çocuk yani. Peki bu gazetecinin Türkiye aşkı nereden geliyor?  Bu beyefendi 2015 yılından itibaren çalıştığı Süddeutsche Zeitung gazetesinin Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs muhabirliğini yapıyor. Türkiye'yi ne kadar tanıdığı ise meçhul.
            Sayın okurlarım; bendeniz yıllarca ülkemizin doğu ve güneydoğusunda bulunmuş birisiyim. Yani birileri gibi Boğazda oturup Tendürekleri, Şehidanları, Gabarı, Ciloyu, Satı, Buzulu, Zagrosları yazan birisi değilim. Bu garip acizane,  bu yerleri birer birer gitmiş, görmüş ve yaşamış biridir. Yıllarca "Dövlet bize bahmir!" diyenlerin aslında en çok devlet imkanlarından yararlanan kişiler olduğunu, devletin memuru, amiri, askeri ve polisi ile gece gündüz hiç dur durak bilmeden halka hakikaten hizmet götürmeye çalıştığını, bu uğurda can verdiklerini bu Alman gazetecisinden çok daha iyi  bilen ve yaşayan birisiyim.
            Yıllarca iktidara gelen bütün siyasi partiler hükümet ettikleri sürece ilk evvel doğu ve güneydoğu bölgelerine yapılacak devlet hizmetlerini, yatırımları ön plana çıkartmışlar, bu bölgelere katrilyonlar dökülürken yanı başımızda pek çok köyümüz su, elektrik, asfalt, ve kanalizasyona kavuşmayı beklemek zorunda kalmıştır.  Benim milletim üleşmeyi bilir. Mazluma sahip çıkmayı, bir dilim ekmeği, bir yudum suyu paylaşmayı bilir. 1991 de Irak'ın kuzeyinden gelenlere nasıl kucak açtığımızı bizzat şahidi olarak ben bilirim. Huduttaki askerlerimizin mataralarındaki suyu, çantalarındaki peksimeti nasıl paylaştıklarını gözlerimle görmüş birisiyim. Şimdi Suriyelilere Türk Milletinin nasıl kucak açtığını gören birisiyim. Öyleyse bu kadar alicenap bir millet nasıl olurda aynı siperde harp ettiği, kız alıp kız verdiği, durduğu kıblesi bir, inandığı din bir, beraber gülüp, beraber ağladığı kardeşine ayrımcılık eder? benim milletim hiçbir zaman ülkenin doğu ve güneydoğusunda yaşayanları el gibi görmemiştir. Kendi öz kardeşi olduğunu bilir ve böyle de bilinmesini ister.
            Herr Szymanski kürt bölgesine yatırım yapılmıyor demekte. Bendenizde "Sen halt emişsin bayım!" demekteyim. Çünkü 2002 yılından 2015 yılına kadar ülkede devlet tarafından yapılan toplam yatırımın %23 ü Syzmanski efendinin kürt bölgesi dediği doğu ve güneydoğu bölgelerine yapılmış! Türkiye'de yedi coğrafi bölgenin olduğu ve en az vergi katkısının bu bölgeler olduğu düşünülürse, ülke genelinde yapılan toplam 462,8 Milyar TL olarak yapılan yatırımın 105,4 milyar lirası bu bölgeye yapıldıysa, ben kusura bakmayın ama yine "Sen halt emişsin bayım!"derim. Türkiye Cumhuriyeti devleti basit yorumlarla, basit haberlerle yıkılacak bir devlet değildir elbette. Yapılan yatırımlar, vatandaşlara verilen hizmet sırf bir Alman gazeteci yok dedi diye yok olmaz, ancak sinek ne kadar küçük olursa olsun mide bulandırır! Hele hele böyle bir yorum 30 dilde TV, Radyo ve İnternet haber portalı ile yayın yapan DW (Deutsche Welle- Almanyanın Sesi) kanalında yayınlanırsa ne olur sizce? Tek bir cevap verilir bu soruya; Almanya silah ile PKK'nın başaramadığını psikolojik harp ile başarmak telaşında! Bunun içinde her türlü yolu denemekte. Son zamanlarda DW kanalında ne hikmetse Irak ve Türkiye arasında kurulacak bir kürt devletinin sık sık analizi yapılmakta. Almanlar bu konuda çok iştahlılar. Neden olmasınlar ki; 1914'de alamadıklarını şimdi almak istiyor olamazlar mı?
            Kimse kalkıp da Almanya'nın Türkiye'nin müttefiki olduğunu iddia etmesin. Eğer yanılır şaşarda birileri bu iddia ile gelirse benim verilecek cevabım hazırdır; hadi oradan! Almanya devleti ne imparatorluk döneminde, ne de diğer cumhuriyetler döneminde Türkiye'nin parçalanması fikrinden asla caymamış, her fırsatta bunu değerlendirmenin yollarını aramıştır. Daha Alman birliğini yeni sağladığı yıllarda bile meşhur şansölyeleri Bismarck Osmanlı İmparatorluğunun parçalanarak Avrupalı müttefikleri arasında paylaşılmasını istiyordu! Hatta öyle ki Bismarck bütün yakın doğu politikasını bunun üstüne kurmuştur. Türkiye'nin birinci paylaşım savaşına girmesi her ne kadar Enver, Talat ve Cemal beylerin dahiyane(!) yönetimleri neticesinde görülse de gerçekte Almanların yıllardan beri sürdürdükleri bir politikanın neticesindedir. Eğer Almanya harbi kazanmış olsaydı, sanmayın ki Osmanlı topraklarından çıkacaktı! Theobald von Bethmann Hollweg adlı asker kökenli Alman şansölyesinin düşüncesi hiçte dostane değildi. Sanmayın ki Adolf Hitler Türkiye'yi dost gördüğü için saldırmadı. Hitler,   Sovyetler Birliği içindeki Türklerin varlığından ve  aynı zamanda Türk ordusunu biraz tanıdığı için uzak durdu. Ancak Sovyetleri fethetmiş olsaydı, sırada mecburen Türkiye olacaktı! Çünkü Irak ve Arap petrollerinin önünde Türkiye bir mania olarak duramazdı!
            Bu gün bakıldığında Almanya önümüzdeki 250 yılı şekillendirme kaygısındadır. Almanların en büyük hayali dün kaçırdıkları treni bu gün yakalamaktır. Dün Osmanlı ile inemedikleri yakın doğuyu bu gün ele geçirmek çabasındadır bayan Merkel ve kurmayları. Ancak bu hiçte kolay olmayacaktır. Çünkü diğer egemen devletlerinde olduğu gibi bu pembe düşlerinin önünde Türkiye engeli vardır. Bölgede istikrarlı, halkı ile barışık, demokratik, çağdaş ve laik Türkiye emperyalistlerin en büyük kabusudur. Bu nedenle müttefik gördüğümüz yada öyle bildiğimiz emperyaller bu ülkenin birlik ve bütünlüğünün bozulması için her türlü yolu denemektedir. Yukarıdaki yazının amacıda psikolojik olarak ordumuzu ve güvenlik güçlerimizi çökertmek, demoralize etmektir! Çünkü onların beklentileri gerçekleşmemiş, Türk ordusu yenilmemiştir! Unutmayın; ordumuz yenilmeden kimse cumhuriyetimize ve milletimize kast edemeyecektir.  Çünkü " Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve yeteneğinin,Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz,Türk topraklarının ve Türkiye ülküsünü gerçekleştirmek için harcamakta olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi İmkânsız güvencesidir." M.K.Atatürk-1937
            Birileri pembe hülyalara dalabilirler; kimseye sözümüz olmaz. Ancak; mevzu Türkiye ve Türk Milleti olunca, o pembe hülyaları kabusa çevireceğimizden kimsenin şüphesi olmasın!
            Bu gün sadece Almanya'nın değil, müttefikimiz gibi görünen bütün batı ülkelerinin kabusu Büyük Türkiye'dir. Bunu başarmakta çok zor değildir. Rahmetli Prof. Dr.Oktay Sinanoğlu hocamızın buyurduğu gibi; Adriyatikten Çin seddine nasıl tek bir dil, yani Türkçe bizi götürüyorsa, Türk Birliğini kurmakta hayal değildir! İşte Avrupa, Amerika, Rusya, Çin ve bilimum dostlarımızın(!) ortak kabusu budur!



28 Aralık 2015 Pazartesi

KÜRDÜN KANI


            Yıllardan beri PKK terör örgütünün  kürt halkına özgürlük vereceğini iddia ederek sürdürdüğü kanlı terör eylemleri; bölge halkına bırakın özgürlük getirmeyi, tam bir kabusa ve esarete neden olmakta.  Onlar halk hareketi yaptıklarını söylüyorlar, ama hakikatte tam bir çıkar savaşı!
            Yıllardan beri binlerce kürt çocuğu PKK'nın kimin yada neyin için yürüttüğü bilinmeyen kanlı savaşı neticesinde hayatından oldu. Kurulduğu 1974 yılından beri PKK saflarında, ama örgütün sempatizanı, ama militanı olarak faaliyet gösteren kürt çocukları neye yada kime hizmet ettiklerini bilmeden ve çoğunluğu orta yaşı göremeden Irak'ın, İran'ın, Suriye'nin  ve Anadolu'nun dağlarında yok olup gittiler. Oysa onların PKK'ya katılma gerekçeleri yada kendilerine göre nedenleri çok ama çok farklıydı. Kimine "özgürlük" vaat ederken, kimine şan şöhret ve para vaat ettiler. Ama sonuç hep hüsran oldu ve olmaya da devam ediyor. Resmi istatistiklere göre 1984 ten 2015 yılı Ağustos ayına kadar öldürülen PKK'lı sayısı 22 bin 374, bu zaman zarfında PKK'nın öldürdüğü sivil vatandaşların sayısı 6 bin 741 ve yaralanan sivil vatandaş sayısı 14 bin 257! Örgüt içi infazların tahmini rakamı 2 ile 17 bin arasında olduğu rivayet edilmekte! Yerlerini terk edenlerin sayısı? PKK terörü yüzünden  bulundukları yerlerden ülkenin batısına veya büyük kentlere göç edenlerin sayısı 386 bin!
             Ne kadar garip değil mi? Özgürlük vaat ettiğin insanları sırf terör baronlarının keyfi için ölüme göndermek, töre, aile, çevre baskısı diyerek kaçan kız çocuklarını hayvani hisleri için kullanmak ne kadar özgürlükçü acaba? Önderleri(!) tarafından özgürleştirilme adı altında namusları kirletilen kız çocuklarının hikayeleri çarşaf çarşaf gazetelerde dizi yazı olmuştu, kimse ne inkar etti, ne de tekzip!
            Yıllardan beri yaptıkları iki şey vardır; ya yalan yanlış propagandalarla, yada zorla kürt çocuklarını dağlara götürür PKK'nın kırsalda ve kentte yuvalanan  işbirlikçileri. Klasik propaganda işe yaramazsa zorunlu askerlik adı altında; oda ekseriyetle fakir kimsesiz ailelere baskı yaparak çocukları dağa çıkartır. Eğer aile çocuğunu vermek istemezse onların belirledikleri miktarı ödemesi istenir kendilerinden. Ödeyemeyenler ise ya oturdukları köyü, mezrayı, yada şehri terk eder, yada bir şekilde eşten dosttan bulmanın çarelerine bakar. Bunları da bulamayan ailelerin katledildiklerini, evlerinin, ahırlarının, ekinlerinin yakıldığını, hayvanlarının telef edildiğini bilmem tekrar anlatmaya gerek var mı? Bunları sanmayın ki gazetelerden okudum ve sanmayın ki kurgu; asla! Bizzat ülkemizin bu bölgelerinde görüştüğüm kişilerden ve batı vilayetlerine göçüp gelen ailelerden edindiğim bilgilerdir. Peki aile zenginse ne olur? PKK terör örgütü zengin ailelere de sözde askerlik bedeli keser ve ister. Bu aileleri adeta lojistik ikmali için kullanan terör örgütü, diş geçiremediği büyük aileleri de itibarsızlaştırmaya gayret eder. Onları kendince hareketin karşısında olmakla, kürt halkına ihanet etmekle suçlar. Ne kadar etkili olduğunu bizler çok iyi biliyoruz, ama ne demişler çamur at izi kalsın.
            Bütün bunlara karşın PKK ve onun uzantısı olan yapılanmaların lider kadrolarının yakınlarının ve onların çocuklarının nasıl bir hayat sürdüğünü gördüğünüz vakit; ölümün sadece fakir kürt çocuklarının alın yazısı olduğunu görüyorsunuz. Alın yazısı biraz iddialı bir terim oldu ancak ne yazık ki gerçek budur. Görev yaptığım yıllarda Hakkari, Van, Şırnak, Sivas, Bingöl, Bitlis gibi illerimizden gönüllü yada zorla PKK saflarına katılan çocukların nasıl Türk Silahlı Kuvvetlerinin önüne yem olarak atıldıklarını gerek rütbeli arkadaşların anlatımlarından  ve gerekse bizzat tanık olduğum olaylardan biliyorum. 14-15 yaşlarında henüz oyun çağındaki çocukların eline verdikleri silahlar ile ölüme gönderen terör baronları mağaralarda gününü gün ederken, çatışmada öldürülen veya korkudan teslim olan erkek çocuklarının bile tecavüze uğradıklarını görmüştük. Gerçekten de bu çocuklar kim yada ne için öldüklerini bile bilmeden Anadolu'nun yada Kuzey Irak'ın dağlarında yok olup gidiyorlardı.
            Birileri ısrarla Kürdün Kanına Ekmek Doğramaktaydı.  Yıllardan beri bu hiç değişmedi. Ölenler ne için öldüklerini bilemeden öldüler hep.
            Birisinin çocuğu Amerikalarda okur, öbürünü ki Avrupalarda...Gariban kürt çocuğu okulu sözde kendisi adına savaştığını söyleyen kansızlar tarafından yakıldığı için okuyamaz! Birisi akşam yemeğinde Fransız yemeği yer, öbürü Çin lokantasında arzı endam eder; gariban kürt iki üç şerefsiz yüzünden devletin vereceği ekmeğin yolunu gözler... Kimin savaşı bu? Kimin mücadelesi? Türkün ve kürdün kanına ekmek doğrayan emperyalist uşaklarının çok mu umurunda 12-13 yaşında 10 lira verip de askere Molotof attırdıkları çocukların hayatı? Eğer kutsal olan Yaşama Hakkına saygı duysalardı; bu çocukları  görevi sadece huzur ve güveni sağlamak olan, 24 saat aç susuz, ölümün karşısında vatandaşın can güvenliği için canını ortaya koyan güvenlik güçlerinin karşısına çıkartırlar mıydı ağzı süt kokan bebeleri? Eğer bu kürt çocukları için savaşıyorlarsa, üç aylık bebeği gözünün önünden, beş yaşındaki sabiyi ensesinden kurşunlarlar mıydı?
            PKK terörü basit bir vaka değildir! Birilerinin (madam  Danielle Mitterrand, Claudia Roth, Angela Merkel gibi teyzeler başta olmak üzere) şirin göstermeye, özgürlük savaşçısı gibi lanse etmeye çaba gösterdikleri eli kanlı örgüt, belki de dünyanın bir çok casusluk teşkilatı ile aynı anda çalışmakta olan taşeron bir örgüttür! Çünkü PKK artık 1974 te ki PKK değildir! En büyük marifeti tetikçilik yapmak olan bu eli kanlı örgütün   arkasında,  bu coğrafyada istikrarlı bir Türkiye istemeyen, Anadolu'nun ve Trakya'nın  zengin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip olmak isteyen; görünende müttefik ama gerçekte Türkiye Cumhuriyetinin kan ve can düşmanları vardır. Eğer öyle olmasaydı; 30 senede  48 bin 435 uzun namlulu ve ağır silah, yaklaşık 80 bin el bombası, 43 bin tabanca ve 5 milyonun üzerinde mermisi güvenlik güçlerinin eline geçen PKK nasıl dayanacaktı? Bakınız lütfen rakamlara dikkat ediniz. 5 tümen askeri yani bir orduyu donatacak silah ve mühimmattan bahsediyorum. Bu denli bir silah ve silahlı güç nasıl teşkil edilir? Dışarıdan, daha Türkçesi organize bir güç yada güçler tarafından yardım almadan nasıl böyle bir güce ulaşabilirsiniz? Evet; yıllık yaklaşık 500 milyon dolarlık bir uyuşturucu trafiğini yönetiyor bu örgüt, ama ne olursa olsun bu denli bir gücü teşkil etmesi imkansız bir durum. Hele ki Irak'ın kuzeyinde, ABD, İngiltere, Çin, Fransa ve Rusya gibi ülkelerin istihbarat ve kontrterör kuruluşlarının cirit attığı bir ortamda, mümkün mü?
            Kim ne derse desin, kim ne iddia ederse etsin; bu gün Irak, İran, Suriye ve Türkiye'de ki kürtlerin en büyük düşmanı PKK terör örgütüdür. Çünkü; eğer öyle olmasaydı, binlerce kürdü yerlerinden yurtlarından etmez, binlerce kürdün kanına girmez, kürtlerin yaşadıkları, yüzyıllardan beri yurt tuttukları yerleri cehenneme çevirmezdi!
            Bunların yaptığı; Kürdün kanına ekmek doğramaktır! Eğer gerçekten kürt halkının selametini ve geleceğini düşünüyor olsalardı Ermeni bayrakları ile poz vermezler, Müslümanlara ait camileri, kürt çocuklarının okuduğu okulları, kürtlerin canı için kurulan hastaneleri kundaklamazlar, kamu görevlilerini öldürmezlerdi!
            Ortadoğu coğrafyasında hangi ülkede yaşarsa yaşasın, kürtlerin bilmesi, gereken çok önemli bir şey var; sizin kanınız ne kadar akarsa aksın, Irak'ta, İran'da, Suriye'de ve Türkiye'de ne kadar çok kürt öldürülürse öldürülsün, istatistikleri doldurmaktan öte bir işe yaramayacak! Çünkü emperyalizm sizin dökülen kanınızı, verdiğiniz canınızı değil, satacağı silahı, alacağı petrolü hesaplıyor! Dün terör örgütü listesine aldıkları örgütleri bu gün kara gücü olarak kullananların yarın Afganistan'da yaptıkları gibi onları hedef tahtasına dikmemeleri için hiçbir neden yoktur! Bu nedenle kürtler artık taraflarının emperyalist batı değil, yüzlerce yıldır bu coğrafyada bir ve beraber yaşadıkları insanlar olduğunu unutmamalıdır!