15 Aralık 2015 Salı

RİCAT

            Son iki gündür yazılı ve görsel basında can sıkıcı bir haber dolaşıyor. Şırnak vilayetimizin Cizre ve Silopi ilçelerinde vazifeli öğretmenlerimize İlçe Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından kısa mesaj gönderildiği, öğretmenlerin bu mesaja binaen ilçeleri terk ettikleri yazılı ve görsel basında yer aldı.
Mesajın tam içeriği şöyleydi; “Tüm öğretmen ve idarecilerimiz bakanlığımız tarafından 14.12.2015 tarihinden itibaren hizmet içi eğitim seminerine alınmıştır. Öğretmenlerimiz seminerlerini memleketlerinde alabilir.” Bu kısa mesaj saat 12:54’te bir öğretmen arkadaşın GSM telefonuna düşmüş, o da bize gönderdi. Mesajı aldığımda şaka sandım. Telefon açtığım bu delikanlıya konunun ne olduğunu sordum; “Ağabey bize mesaj geldi. Şu anda ilçeyi terk ediyoruz. Otogar tıklım tıklım.Otobüs bulamayan yada arabası olmayan öğretmen arkadaşlar İpek yoluna çıktılar, otostop çekiyorlar.” dediğinde inanın göz yaşlarım kendiliğinden aktı.
Bendeniz yıllarca doğu ve güney doğu vilayetlerimizde bulunmuş, buralarda vazifemi ifa ederken hakikaten gurur duymuş, memleketin bu uzak köşelerinde vazife yapmayı kendime ayrıcalık ve gurur vesilesi görmüş bir insanım. 1989-1994 yılları arasında bölücü terörün nasıl azdığını, nice öğretmenlerimizin faşist pkk terörü ile şehit edildiğini, okulların nasıl yakıldığını, köyden YİBO’lara (Yatılı Bölge Okulları) öğrenci gitmemesi için terör örgütünün köprüleri sabote ettiğini, yolları mayınladığını bizzat gören ve yaşayan bir insanım. Zoruma gitti bu haber. Çünkü biz ilçe merkezlerinde çalışırken; köylerde, mezralarda görev yapan öğretmen arkadaşlarım hafta sonları yanıma gelir ve beraber kalırdık. Pazar akşamları onları bırakmaya giderken çok kez köprülerin üstünden değil suların içinden geçmişliğimiz vardır.  Daima saygı duyar, onları görünce önümü ilikler ve buyur ederdim. Bana ne den böyle davrandığımı sorduklarında her zaman aynı cevabı verirdim; “Sizi gördüğümde Peygamber Efendimizi (SAV) görmüş gibi oluyorum. Çünkü sizin mesleğiniz dünyanın en kutsal mesleği. Aldığınız üç kuruş maaşa rağmen canınızı ortaya koyuyorsunuz. Bence dünyada en büyük saygıyı siz hak ediyorsunuz!”  Hoşlarına giderdi bu cevabım. Ama gerçek buydu. Çünkü onlar Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşa gösterdiği güler yüzü, teröre ve terörden nemalanan asalaklara verdiği en güzel cevaptılar. Canları pahasına, hatta geleceklerini karartmak, sakat kalmak  pahasına köy, mezra demeden gidiyor ve devletimizin güler yüzünü minicik beyinlere nakşediyorlardı. Yıkık duvarların altında kalmak pahasına, eksi 37 derece soğukta donmak pahasına, bunca meslektaşları şahadet şerbetini içerken; onlar bir şevkle, imanla öğrencilerine koşuyorlardı.  Onları ne kurşun, ne tehdit, ne de imkansızlıklar yıldıramamıştı. Sadece terör değildi benim çilekeş öğretmenlerimi tehdit eden; yüzyılların kurulu düzeni, köylünün aydınlanmasını istemeyenler de aynı şekilde tehdit ediyorlardı. Körpe beyinlerin aydınlanmasından korkanlar, bağnazlığı ve körü körüne inanmayı kendilerine şiar edinenler için en büyük düşman öğretmenlerimizdi. Çünkü onlar körpe fidanları eğittikçe ne terör örgütü, ne ağalar nede meleler okuyan, okuduğunu anlayan, sorgulayan ve hüküm veren gençleri kendi sapık fikirleri ile avlayamıyor, haliyle aydınlanmanın kaynağı olan öğretmenlere her fırsatta kin kusuyorlardı.

            Bir devletin büyüklüğü  onun halkına götürdüğü hizmet ile ölçülür. Bir memlekette ne kadar eğitimli iş gücüne ve beyne sahip olursanız devletiniz büyük, memleketiniz mamur olur.   Ulu Önder Gazi Mustafa kemal ATATÜRK bunun bilinci ile her fırsatta Türkiye Cumhuriyetinin temelinin kültür olduğunu belirtmiş, koyu bir cehalet içerisinde yaşayan milletin aydınlanması için yurdun her köşesinde "Millet Mekteplerini" açmıştır.  Milletin geleceği için gecesini gündüzüne katan (meşhur sofrasında rakı içip kafa çekmiyor, yanına topladığı eğitimci, şair, yazar ve bürokratlarla Türk milli eğitimi için kafa patlatıyordu.) Atatürk,  eğitimin temel ilkeleri olarak milli, merkeziyetçi ve laik bir eğitimin halka benimsetilmesini istiyordu. Çünkü yüzyıllar boyu koyu bir cehaletin içerisinde kalan Türk Milletinin din kisvesi altında dogmalardan, saplantılardan arındırılmış, temeli Türk Kültürü ve ülküsü olan bir eğitimin benimsenmesini, milleti eğitecek öğretmenlerin buna göre yetiştirilmesini,  eğitimin cumhuriyetin en temel meselesi olduğunu özellikle genç öğretmenlere öğretilmesini istemiştir. Bu konuda gayet hassas olan ulu önder; zamanında öğretmenlere karşı pozitif bir ayrımcılık da yapmıştır. Çünkü ona göre "Dünyanın her tarafında öğretmenler insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer unsurlarıdır." (01. 03. 1923) ve  "Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet henüz millet namını almak yeteneğini elde edememiştir. Ona basit bir kütle denir, millet denmez." ( 14.10.1925, İzmir Erkek Öğretmen Okulunda.) Bundan dolayı milleti eğitecek olan öğretmenlerin yurdun en ücra köşelerinde bile Türkiye Cumhuriyetinin birer meşalesi olduğu bilinci ile hareket etmesini istemiştir. "Öğretmenler her fırsattan istifade ederek halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutur bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır." (07.071927, Dolmabahçe Sarayı, İstanbul Öğretmenler Heyetine Demeç.) ATATÜRK için her okul bir kaledir! Öğretmen ise bu kalenin yegane muahafızı!
            Biz bu ülkeye 1071 de gelmedik, bu memlekette Nuh Tufanından bu yana vardık ve hala da varız. Bizim ordumuz işgal ordusu, polisimiz işgal zaptiyesi değildir. Bu nedenle elbette memleket dahilinde ortaya çıkan anarşi ve terörü devletimizin güvenlik güçleri engelleyecekler, kaosa izin vermeyeceklerdir. Memleket dahilinde kargaşa çıkarmak isteyenler amaçlarına ulaşmak için her türlü yolu deneyeceklerdir. Çünkü efendileri bu maşalara bunu emretmektedirler. Ordumuz her türlü plan dahilinde taarruz yada ricat edebilir. Bu gayet normaldir. Çünkü askerlik bir harp sanatıdır. Polisimiz yani zaptiyemiz yaptığı operasyonlar esnasında taktik gereği geri çekilebilir veya ileri atılabilir. Bu elbette polis şeflerinin bileceği bir iştir. Ancak; Türkiye Cumhuriyetinin sınırları içerisinde hiçbir eğitimci, memur veya başka bir kamu görevlisi peyderpey yerini terk edemez! Hele hele bunun için eğitim, seminer, toplantı adı altında hiçbir mazeret kabul edilemez! 
            Kapanan her okul düşen bir kaledir.  Birkaç kanı bozuk şerefsizin "TiCinin örgetmenleri goçmiştir" demesi  ile öğretmenlerimiz RİCAT edecek değildir! Türk öğretmeni yüklendiği kutsal görevin bilincindedir. 

            Türkiye Cumhuriyeti kökü dışarıda birkaç beslemeye pabuç bırakacak aciz bir devlet değildir. Biz bunun canlı örneğini 25 sene önce yaşadık.  Açılan hendekler, açanlara mezar olacaktır.Yaktıkları okullar yakanların karakterini çok güzel bir şekilde anlatmaktadır. Kimse unutmamalıdır ki; Toroslarda  Yörüklerin, Menteşelerde Efelerin,  Baran Dağında Abdalların,  Palandökende Dadaşların, Nur dağlarında Rafıkların yaktığı ocaklar hala tüter. O ocaklar söndürmeye de kimsenin gücü yetmez!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder