Son
iki gündür yazılı ve görsel basında can sıkıcı bir haber dolaşıyor. Şırnak
vilayetimizin Cizre ve Silopi ilçelerinde vazifeli öğretmenlerimize İlçe Milli
Eğitim Müdürlükleri tarafından kısa mesaj gönderildiği, öğretmenlerin bu mesaja
binaen ilçeleri terk ettikleri yazılı ve görsel basında yer aldı.
Mesajın tam
içeriği şöyleydi; “Tüm öğretmen ve idarecilerimiz bakanlığımız tarafından 14.12.2015
tarihinden itibaren hizmet içi eğitim seminerine alınmıştır. Öğretmenlerimiz
seminerlerini memleketlerinde alabilir.” Bu kısa mesaj saat 12:54’te
bir öğretmen arkadaşın GSM telefonuna düşmüş, o da bize gönderdi. Mesajı
aldığımda şaka sandım. Telefon açtığım bu delikanlıya konunun ne olduğunu
sordum; “Ağabey bize mesaj geldi. Şu anda ilçeyi terk ediyoruz. Otogar tıklım
tıklım.Otobüs bulamayan yada arabası olmayan öğretmen arkadaşlar İpek yoluna
çıktılar, otostop çekiyorlar.” dediğinde inanın göz yaşlarım
kendiliğinden aktı.
Bendeniz
yıllarca doğu ve güney doğu vilayetlerimizde bulunmuş, buralarda vazifemi ifa
ederken hakikaten gurur duymuş, memleketin bu uzak köşelerinde vazife yapmayı
kendime ayrıcalık ve gurur vesilesi görmüş bir insanım. 1989-1994 yılları arasında bölücü
terörün nasıl azdığını, nice öğretmenlerimizin faşist pkk terörü ile şehit
edildiğini, okulların nasıl yakıldığını, köyden YİBO’lara (Yatılı Bölge
Okulları) öğrenci gitmemesi için terör örgütünün köprüleri sabote ettiğini,
yolları mayınladığını bizzat gören ve yaşayan bir insanım. Zoruma gitti
bu haber. Çünkü biz ilçe merkezlerinde çalışırken; köylerde, mezralarda görev
yapan öğretmen arkadaşlarım hafta sonları yanıma gelir ve beraber kalırdık.
Pazar akşamları onları bırakmaya giderken çok kez köprülerin üstünden değil
suların içinden geçmişliğimiz vardır.
Daima saygı duyar, onları görünce önümü ilikler ve buyur ederdim. Bana
ne den böyle davrandığımı sorduklarında her zaman aynı cevabı verirdim; “Sizi
gördüğümde Peygamber Efendimizi (SAV) görmüş gibi oluyorum. Çünkü sizin
mesleğiniz dünyanın en kutsal mesleği. Aldığınız üç kuruş maaşa rağmen canınızı
ortaya koyuyorsunuz. Bence dünyada en büyük saygıyı siz hak ediyorsunuz!” Hoşlarına giderdi bu cevabım. Ama gerçek
buydu. Çünkü onlar Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşa gösterdiği güler yüzü,
teröre ve terörden nemalanan asalaklara verdiği en güzel cevaptılar. Canları
pahasına, hatta geleceklerini karartmak, sakat kalmak pahasına köy, mezra demeden gidiyor ve
devletimizin güler yüzünü minicik beyinlere nakşediyorlardı. Yıkık duvarların
altında kalmak pahasına, eksi 37 derece soğukta donmak pahasına, bunca
meslektaşları şahadet şerbetini içerken; onlar bir şevkle, imanla öğrencilerine
koşuyorlardı. Onları ne kurşun, ne
tehdit, ne de imkansızlıklar yıldıramamıştı. Sadece terör değildi benim çilekeş
öğretmenlerimi tehdit eden; yüzyılların kurulu düzeni, köylünün aydınlanmasını
istemeyenler de aynı şekilde tehdit ediyorlardı. Körpe beyinlerin
aydınlanmasından korkanlar, bağnazlığı ve körü körüne inanmayı kendilerine şiar
edinenler için en büyük düşman öğretmenlerimizdi. Çünkü onlar körpe fidanları
eğittikçe ne terör örgütü, ne ağalar nede meleler okuyan, okuduğunu anlayan,
sorgulayan ve hüküm veren gençleri kendi sapık fikirleri ile avlayamıyor,
haliyle aydınlanmanın kaynağı olan öğretmenlere her fırsatta kin kusuyorlardı.
Bir
devletin büyüklüğü onun halkına
götürdüğü hizmet ile ölçülür. Bir memlekette ne kadar eğitimli iş gücüne ve
beyne sahip olursanız devletiniz büyük, memleketiniz mamur olur. Ulu
Önder Gazi Mustafa kemal ATATÜRK bunun bilinci ile her fırsatta Türkiye
Cumhuriyetinin temelinin kültür olduğunu belirtmiş, koyu bir cehalet içerisinde
yaşayan milletin aydınlanması için yurdun her köşesinde "Millet Mekteplerini"
açmıştır. Milletin geleceği için
gecesini gündüzüne katan (meşhur sofrasında rakı içip kafa çekmiyor, yanına topladığı
eğitimci, şair, yazar ve bürokratlarla Türk milli eğitimi için kafa
patlatıyordu.) Atatürk, eğitimin
temel ilkeleri olarak milli, merkeziyetçi ve laik bir eğitimin halka
benimsetilmesini istiyordu. Çünkü yüzyıllar boyu koyu bir cehaletin içerisinde
kalan Türk Milletinin din kisvesi altında dogmalardan, saplantılardan
arındırılmış, temeli Türk Kültürü ve ülküsü olan bir eğitimin benimsenmesini,
milleti eğitecek öğretmenlerin buna göre yetiştirilmesini, eğitimin cumhuriyetin en temel meselesi olduğunu
özellikle genç öğretmenlere öğretilmesini istemiştir. Bu konuda gayet hassas
olan ulu önder; zamanında öğretmenlere karşı pozitif bir ayrımcılık da
yapmıştır. Çünkü ona göre "Dünyanın her tarafında öğretmenler
insan topluluğunun en özverili ve saygıdeğer unsurlarıdır." (01.
03. 1923) ve "Milletleri kurtaranlar
yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet henüz
millet namını almak yeteneğini elde edememiştir. Ona basit bir kütle denir,
millet denmez." ( 14.10.1925, İzmir Erkek Öğretmen Okulunda.) Bundan
dolayı milleti eğitecek olan öğretmenlerin yurdun en ücra köşelerinde bile
Türkiye Cumhuriyetinin birer meşalesi olduğu bilinci ile hareket etmesini
istemiştir. "Öğretmenler her fırsattan istifade ederek halka koşmalı, halk
ile beraber olmalı ve halk, öğretmenin çocuğa yalnız alfabe okutur bir
varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır." (07.071927, Dolmabahçe
Sarayı, İstanbul Öğretmenler Heyetine Demeç.) ATATÜRK için her okul bir
kaledir! Öğretmen ise bu kalenin yegane muahafızı!
Biz
bu ülkeye 1071 de gelmedik, bu memlekette Nuh Tufanından bu yana vardık ve hala
da varız. Bizim ordumuz işgal ordusu, polisimiz işgal zaptiyesi değildir. Bu
nedenle elbette memleket dahilinde ortaya çıkan anarşi ve terörü devletimizin
güvenlik güçleri engelleyecekler, kaosa izin vermeyeceklerdir. Memleket
dahilinde kargaşa çıkarmak isteyenler amaçlarına ulaşmak için her türlü yolu
deneyeceklerdir. Çünkü efendileri bu maşalara bunu emretmektedirler. Ordumuz
her türlü plan dahilinde taarruz yada ricat edebilir. Bu gayet normaldir. Çünkü
askerlik bir harp sanatıdır. Polisimiz yani zaptiyemiz yaptığı operasyonlar
esnasında taktik gereği geri çekilebilir veya ileri atılabilir. Bu elbette
polis şeflerinin bileceği bir iştir. Ancak; Türkiye Cumhuriyetinin sınırları
içerisinde hiçbir eğitimci, memur veya başka bir kamu görevlisi peyderpey
yerini terk edemez! Hele hele bunun için eğitim, seminer, toplantı adı altında
hiçbir mazeret kabul edilemez!
Kapanan her okul düşen bir
kaledir. Birkaç kanı bozuk şerefsizin
"TiCinin örgetmenleri goçmiştir" demesi ile öğretmenlerimiz RİCAT edecek değildir!
Türk öğretmeni yüklendiği kutsal görevin bilincindedir.
Türkiye
Cumhuriyeti kökü dışarıda birkaç beslemeye pabuç bırakacak aciz bir devlet
değildir. Biz bunun canlı örneğini 25 sene önce yaşadık. Açılan hendekler, açanlara mezar
olacaktır.Yaktıkları okullar yakanların karakterini çok güzel bir şekilde
anlatmaktadır. Kimse unutmamalıdır ki; Toroslarda Yörüklerin, Menteşelerde Efelerin, Baran Dağında Abdalların, Palandökende Dadaşların, Nur dağlarında
Rafıkların yaktığı ocaklar hala tüter. O ocaklar söndürmeye de kimsenin gücü
yetmez!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder