Enver Paşanın
yeniden Osmanlıyı diriltme adına girdiği ve sonu hiçte iyi bitmeyen bir macera.
1683 yılından beri tam 236 sene boyunca cephelerde bitme noktasına gelmiş
bir millet. 18-35 yaşa arası erkek nüfusunun yok denecek kadar azaldığı,
ülkenin her türlü ekonomik yükünün kadınların, çocukların ve yaşlı,
savaşamayacak derecede malul kalan az sayıda erkeğin sırtında olan bir devlet.
Sadece tek bir yerde
değil 8 ayrı cephede varını yoğunu ortaya koyan bir millet. Kafkasya ,
Çanakkale , Sina ve Filistin , Hicaz - Yemen, Irak, İran , Galiçya ve
Makedonya Cephelerinde 2 Milyon 998 bin 321 askerinin -ki bunun yaklaşık
olarak 2 Milyon 500 bini seferberlik neticesinde silah altına alınan ihtiyat ve
gerçekte askerlik çağına bile gelmemiş gönüllülerden oluşmaktadır.- 325 bini
şehit, 400 bini yaralı ve 1 milyon 500 bini esir ve kayıp olan birmillet. 5
Milyon kilometrekarelik bir devlet sınırından, küçücük bir kara parçasına
sığdırılmaya çalışılan, tabiri caizse yaşam hakkı bile tanınmayan bir millet.
Cephelerde kanının son damlasına kadar kazandığı zaferleri masa başında hezimete
uğrayan bir millet.
18 Mart, aslında
sadece boğaz harbinin kazanıldığı zafer değildir. Görünende belki İngiliz,
Fransız ve bunların sömürge ordularının hezimeti gibi görünen Çanakkale boğaz
muharebeleri bir yerde Türklük bilincinin zirve yaptığı, Osmanlının Ümmet
felsefesinin çöküşünün tescillendiği bir harptir. Padişahın İslam Halifesi
sıfatıyla Cihad-ı Ekber ilan etmesi ve buna Osmanlı tebaası Müslüman Türklerin
haricinde diğer Müslüman unsurların pek kulak asmaması “Ümmet” felsefesine dayalı
Osmanlı birliğinin bitişinin ilanı olmuştur. Osmanlı Erkan-ı Harbiyesi
Çanakkale’de elde edilen bu başarının temelinde yükselen Türk Milliyetçiliğini
görmüş, aynı ruhun diğer cephelerde ve özellikle
Kafkasya Cephesinde
canlı tutulması için elinden gelen gayreti göstermiştir. Enver Paşanın harbin
hemen arkasından Kafkasya’ya gitmesinin en önemli nedeni bu ruhtur. Çanakkale
boğaz harbi Türk Milletinin “Millet” bilincinin zirve noktasıdır. Ancak
unutulmaması gereken bir diğer mesele, genç Türk subaylarının orduya aşıladığı Türk
Milliyetçiliği Ruhudur ki bunu bir yerde Türkiye Cumhuriyetinin temel harcıdır
diyebilirim. 18 Mart ruhu tek başına belki çok şey ifade etmeyebilir. Ama şu
bir gerçektir ki; Türk Milleti 18 Martın arkasından gelen 30 Ekim 1918
Mondros Ateşkesinin bir yerde kendi idam fermanı olduğunu, iktidara ehil
olmayan birkaç maceraperestin
imparatorluğun parlak
günlerini geri getirmek sevdası ile milletin ipini çektiğini dehşet
içinde görmüştür.
Gazi Mustafa Kemal
Türk Milletinin esareti kabul etmeyeceğini, edemeyeceğini yakinen bilen bir
askerdi. Çanakkale’de yapılan savaşın Bab-ı Âli’de nasıl göründüğünden ziyade,
askerin bu harbi milletin ölüm-kalım meselesi olarak gördüğünü çok iyi
biliyordu. Aslında Mustafa Kemal’i memleketin kurtuluşu ve milletin istiklaline
kavuşacağına olan inancı Türk Milletine duyduğu güvenden ileri geliyordu.
Ordunun olmayışı, silahların depolarda tutulmaları, bırakınız düzenli orduyu,
bir müfrezeyi bile donatacak para bulunmayışı O’nun şevkini kıracak mevzular değildi.
Çünkü o milletine inanıyordu. Çünkü O milletini Trablusgarp’ta, Çanakkale’de,
Kafkas cephesinde
görmüştü. Milletin
bekası mevzu olunca Türk askerinin ateşe koşan kelebekler misali ölüme
koşmaktan çekinmediğini çok iyi görmüş ve öğrenmişti. O ruhtur ki Çanakkale’de
““Size ben taarruzu emretmiyorum. Ölmeyi emrediyorum. biz ölünceye dek geçecek
zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelebilirler." demekte
ve Türk askerini ölüm kusan makinaların karşısında adeta çelik bir duvar gibi
dikmektedir. İşte bu nedenledir ki Mustafa Kemal Paşa milletine olan
inancı ile atılmıştır bu geri dönüşsüz yola! İşte buna biz önderin milletine
inanması, milletin önderin ardından gitmesi yani MİLLİ İRADE diyoruz! Öyle
olmasaydı, yani Gazi Mustafa
Kemal milletine
inanmasaydı, milletin bağımsızlığa olan inancına güvenmeseydi sanırım ki
Anadolu’ya geçemez, o günkü pek çok münevverin yaptığı gibi memleketin
kurtuluşunu mandalarda arardı. Gazi Mustafa Kemal’i ATATÜRK eden bu engin
görüşleri ve milletini tanıması olmuştur. Türk Milletini 19 Mayıs’tan 23
Nisan’a, 30 Ağustos’tan 29 Ekim’e götüren ruhta 18 Mart olmuştur.
19 Mayıs 1919’da
Samsun’a ayak basan ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK ve aziz dava arkadaşları
ile şehitlerimizi saygı ile anarken, 95 inci onur yılının milletimize kutlu
olmasını dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder