11 Ekim 2014 Cumartesi

SÜNGÜNÜN UCUNDAKİ PAÇAVRA: SEVR

Tarih 10 Ağustos 1920, Fransa devletinin başkenti Paris’in üç kilometre batısındaki Sévres (Sevr) banliyösünde bir seramik fabrikası. Bir tarafta mağlup Osmanlı Devleti delegasyonu, Sadrazam Damat Ferit Paşa,  Eski Maarif Nazırı (milli eğitim bakanı) Bağdatlı Mehmed Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey, öbür yanda İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Belçika, Ermenistan, Yunanistan, Polonya, Hicaz, Romanya, Çekoslovakya ve Sırp-Hırvat-Sloven Devleti delegeleri. 433 maddelik bir barış(!) antlaşması. İmzayı koyan delegelerin ümidi Büyük Britanya devletinin göstereceği ali cenaplık! Kurbanlık koyunun kasabın bıçağını yalaması denilebilecek hazin bir durum.

Bilindiği üzere Osmanlı Devleti üç maceraperest İttihatçı paşanın sonu gelmez hırslarının neticesinde Almanya ile birlikte birinci büyük paylaşım savaşına girmiş, müttefikleri yenilince 30 Ekim  1918’de Ege denizinde Limni adasının Mondros limanında Agememnon zırhlısında imzaladığı ateşkes anlaşması ile resmen yenilmiş sayılmıştır. Bu silah bırakışması Osmanlı Devletinin artık yolun sonuna geldiğinin resmi belgesi anlamına gelmektedir. Çünkü ateşkes antlaşmasındaki stratejik yerlerin işgali, ordunun terhisi, cephaneliklerin teslimi gibi askeri konuların yanında doğu illerinde karışıklık çıkması halinde İtilaf devletlerine buraları işgal etme yetkisini veren 24. madde Osmanlının hakkında verilen hükmün ilanı niteliğindedir. Müttefik güçler yani itilaf devletleri İstanbul’un düştüğü iyimserlik havasını tez vakitte dağıtmakta adeta yarış etmişlerdir. 13 Kasım 1918 de ilk protesto notası itilaf devletlerince Osmanlı Hükümetine verilirken, yer yer işgaller de başlamıştır. 1919 Mayıs ayı ise Türkiye’de artık hayal kırıklıklarının yoğun olarak yaşandığı, yeni arayışların başladığı bir ay olarak tarihe düşmektedir. Osmanlı cenahında bir barış antlaşması yapılacağı beklentileri Mayıs 1919 da umutsuz bir bekleyişe dönüşmüştür. 7 Mayıs 1919 da İtilaf devletleri Yüksek Konseyi Yunanlıların İzmir’i işgaline karar vermekte ve nihayetinde Yunan ordusu 15 Mayısta İzmir’e ayak basmaktadır. Artık Türk vatanı fiili olarak parçalanmaktadır. Bunun böyle olacağı daha Mondros ateşkes  anlaşması yürürlüğe girer girmez belli olmuştu.
           
İtilaf devletleri neden diğer mağlup devletler ile barış anlaşmaları yaparken Osmanlı ile yapmamıştı? Öyle ki İtilaf devletleri Osmanlının müttefiki olan diğer mağlup devletlerden Avusturya ile Saint-Germain Antlaşması, Macaristan ile  Trianon Antlaşması,  Bulgaristan arasında Neuilly Antlaşması ve Almanya ile Versay Antlaşmasını   imzalanmasına rağmen Osmanlı Devleti ile 1920 yılı Nisan ayına kadar  hâlâ bir barış antlaşması imzalanamamış ve görüşmeler belirsiz bir geleceğe ertelenmişti. Şimdiye kadar pek çok tarihçinin ortak kanısı Osmanlı ile itilaf devletleri arasında barış antlaşması imzalanamayışının en önemli nedeni olarak itilaf devletlerinin Osmanlı Devletinin nasıl paylaşılacağının kararının verilememesi, İtalya ve Yunanistan arasında ki İzmir ihtilafı, Irak petrollerinin paylaşımı, boğazlar ve doğu Anadolu’nun kime bırakılacağı gibi konulardan dolayı anlaşma özellikle geciktirilmiştir.
           
Türk Milletinin işgallere karşı sert mukavemeti, aynı şekilde bir avuç vatanperverin kurdukları Kuvayi Milliye teşkilatları, yerel direnişler, Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basması ve akabinde Amasya tamimi, Erzurum ve Sivas kongreleri neticesinde  dağınık halde ki mücadele derneklerini tek çatı altında toplaması, Ankara’ya gelerek yeni bir oluşum içine girmesi itilaf devletlerinin Osmanlı Devleti ile barış anlaşması yapması gereğini ortaya koymuş ve nihayet 18 Nisan 1920 de İtalya’nın San Remo kentinde toplanan milletler arası paylaşım konferansında,  ana hatlarını hazırladıkları antlaşmayı deklare etmek üzere 22 Nisan 1920 de Osmanlı devletini Paris’te yapılacak olan sözde barış konferansına davet ederler. Padişah Vahdettin’in Paris’e gönderdiği eski sadrazam Ahmet Tevfik Paşa anlaşma şartlarının  "devlet mefhumu ile kabil-i telif olmadığını" (devlet kavramı ile bağdaşmadığını) beyanla konferanstan çekilir. Bu arada 23 Nisan 1920 de Ankara’da TBMM açılmış, 30 Nisan 1920 de Türkiye Büyük Millet Meclisi taraf devletlerin dış işleri bakanlıklarına gönderdiği bir yazı ile Ankara’da milli bir hükümet kurulduğunu bildirmiştir. Osmanlı Heyetinin barış konferansından çekilmesi ve  Ankara’da milli bir hükümetin kurulması üzerine  21 Haziran'da İtilaf Devletleri Türk Milletinin direnişini kırmak için, İzmir'de bulunan Yunan kuvvetlerini Anadolu içlerine sürmeye karar verir. Balıkesir, Bursa, Uşak ve Trakya kısa sürede Yunan ordusu tarafından işgal edilir. Padişah tarafından toplanan saltanat şurası 22 Hazrina tarihinde ikinci bir heyetin gönderilmesine karar verir. Sadrazam Damat Ferit Paşa,  Eski Maarif Nazırı (milli eğitim bakanı) Bağdatlı Mehmed Hadi Paşa, eski Şura-yı Devlet (Danıştay) reisi Rıza Tevfik Bey ve Bern Sefiri Reşat Halis Bey’den oluşan bu ikinci heyet 433 maddeden oluşan sözde barış anlaşmasını imzalarlar.

           
Tarihe kara bir leke olarak düşen bu antlaşma Türk milletinin nazarında hiçbir zaman kabul görmemiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi Türk Milletinden intikam almayı ve bu yüce milleti tarihin karanlık dehlizlerine “esir” olarak göndermeyi amaç edinmiş ihanet belgesini yok hükmünde saymıştır. Gazi Mustafa Kemal 17 Ocak 1921 de United Telegraph gazetesine verdiği beyanatta “Siyasî, adlî, iktisadî ve malî bağımsızlığımızı imhaya ve sonuç olarak yaşama hakkımızı inkâr ve ortadan kaldırmaya yönelik olan Sevr Antlaşması bizce mevcut değildir” demiştir. Mustafa Kemal şöyle der: “Oysa Türk’ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun, daha iyidir”. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları kararlıdır. Öyle ki ya bu millet Anadolu Bozkırında yok olup gidecek, ya da hür ve bağımsız olarak ebediyete kadar varlığını sürdürecektir. Türk Milleti, kendisine inanan ve çareyi milletinde gören Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının  beklentilerini boşa çıkarmamış, İnönü’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da ve en nihayetinde İzmir Körfezinde süngüsüne taktığı bu paçavrayı Akdeniz’in serin sularına gömerek tarihin tozlu raflarına göndermiştir.

Tarihin her döneminde; bu yüce millet, yok oldu, bitti denildiği zamanlarda bile Tuğrul Kuşu misali küllerinden tekrar doğmuştur. Bu yüce millet öyle oğullar ve kızlar yetiştirmiştir ki; en umutsuz zamanlarında bile içinden  bir başbuğ çıkarıp tarihin köşesinden bakan değil, tarih yazan bir millet olduğunu cümle aleme göstermiştir. Tanrı Kut Mete olup iklimlere hükmetmiş, Bumin Kağan olup kavimleri yönetmiş, Attila olup krallara baş eğdirmiş, Kara Otman olup Söğüt yaylasından çıkıp kıtaları fethetmiş, Gazi Mustafa Kemal olup yedi düvele diz çöktürmüş başbuğları ile Türk Milleti dün olduğu gibi bu günde, yarında, ebediyete kadar hür ve bağımsız yaşayacaktır! 94 üncü yılında kara bir leke olarak tarihimize düşülen Sevr notunu asla unutmayacağımızın ve Türk Milletinin süngüsünün ucunda bir paçavra olarak kalacağının bilincindeyiz. Türk Milletinin 94 yıl önceki durumlara düşmesini bekleyen safdillere şunu söylemek istiyorum;

 “Bu memleket tarihte Türktü, halde Türktür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.“ Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder