11 Ekim 2014 Cumartesi

SYKES-PİCOT ‘TAN SEVR’E, SEVR’DEN LOZAN’A


Dünya harp tarihinde hiçbir millet yoktur ki, galip iken mağlup duruma düşsün. Birinci Cihan Harbi sebepleri ve sonuçlarıyla sadece yapıldığı yılları değil, bu günü bile, etkilemiş ve hala da etkilemektedir.

Osmanlı Devleti birinci cihan harbine girerken 25 milyonluk bir nüfusa ve 4.980.000 km² lik bir yüz ölçümüne sahiptir.  Harp başladığında kırk tümen olan asker varlığı harp süresince yaklaşık 300 tümene yani 3 milyon kişiye ulaşmıştır. 7 ana cephede binlerce evladını kaybetmesine rağmen yenilmemiş, ancak müttefikleri teslim olunca mecburen teslim olarak bir nevi idam fermanı olan Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamıştır. Mondros Antlaşmasının arkası ne padişah, nede düşmandan medet uman mandacıların beklediği gibi olmamış, galiplerin gerçek niyetlerinin ne olduğu 20 Ağustos 1920 de  Fransa'nın başkenti Paris'in 3 km batısındaki Sevr (Sèvres) banliyösünde bulunan Seramik Müzesi'nde (Musée National de Céramique) Osmanlı Delegasyonu önüne konulan 433 maddelik sözde bir barış antlaşması ile ortaya konulmuştur. Tarihe Sevr Antlaşması olarak geçen ve Türk Milletinin ve kahraman ordusunun süngünün ucuna takarak YOK! Saydığı bu antlaşma bir yerde Türk Milletinin yok edilme, tarihten silme hareketidir. Bazılarının iddia ettiği gibi bu antlaşma ile bırakılan birkaç vilayet falan yoktur. Çok değil Sevr Antlaşmasından 4 yıl önce  İngiltere ve Fransa arasında 9 ve 16 Mayıs 1916 tarihleri arasında karşılıklı olarak verilen mektuplarla  Sykes-Picot Anlaşması yapılmıştır. –ki bu antlaşmadan önce 1916 yılı Ocak ayında Şerif Hüseyin-Mc Mahon Anlaşması imzalanmıştır-  Sykes-Picot Anlaşması Osmanlı Devletine son verdiği gibi Türk Milletinin tam anlamıyla ön Asya’dan atılmasını, ön Asya’nın ve Anadolu’nun tüm yer altı ve yer üstü kaynaklarının insanları ile birlikte sömürgeleştirilmesini, kısacası Türk Milletinin idamını öngörmekteydi. Bu antlaşmanın bir ayağı olan Rusların devrim neticesinde çekilmelerin ardından İtalya’nın büyük bir iştahla gruba dahil olmak istediğini görmekteyiz. Öte yandan, İtalya’nın İtilâf Devletleri safında savaşa katılması ve Anadolu’dan ısrarla pay istemesi sonucunda 21 Nisan 1917’de St. Jean De Maurienne’de bu antlaşmaya İtalya devleti de imza koyar.
Ancak anlaşmanın taraflarının evdeki yaptıkları hesap harp meydanlarına uymadı. Türk Ordusu yedi cephede yaptığı kahramanca mücadeleler neticesinde İngiliz, Fransız, İtalyan ve Rus emperyalistlerinin heveslerini kursaklarında bıraktı. Hele ki Rus devrimi yapılan tüm planları suya düşürdü. İşte 10 Ağustos 1920 de Paris kentinin Sevr banliyösünde yapılan antlaşmanın temelinde 1916 senesinde İngiliz ve Fransızlar arasında yapılan bu mutabakatın ruhu yatmaktaydı.

Sevr antlaşmasının 433 maddesinde neler yoktu ki? Anadolu’nun santim santim  paylaşımından tutun da, doğuda ABD başkanı Wilson efendinin hakem sıfatı ile bazı vilayetlerimizi Ermenilere vermesi, azınlıklara  devlet kurma hakkının verilmesi, İzmir’in Osmanlı Devletinde olan egemenlik haklarının 5 yıl süre ile Yunanlılara verilmesi (hazret sanki araba kiralıyor!) beş yılın sonunda plesipit (halk oylaması) ile İzmir ilinin kimde kalacağına oranın halkının karar vermesi, Duyun-u Umumiyenin tekrar teşekkülü, Kapitülasyonların devamı, Türk Boğazlarının uluslar arası komisyona devri, Savaş Suçlularının cezalandırmak için itilaf devletlerine verilmesi, Osmanlı Donanmasının ilgası, zabıta kuvvetleri dahil toplamda 50.700 kişilik bir ordu olması ve ordunun itilaf devletlerince kontrolü gibi maddelerin yanında Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek; sivil deniz ve demiryolu trafiği Müttefik devletler arasında yapılan işbölümü çerçevesinde yönetilecek; iş ve işçi hakları düzenlenecek hükümlerini ilgili devletlerin komisyonlarınca yapılacağı gibi hususlar bulunmaktadır.

Yukarıda yazılı maddeler bakıldığında esir bir ulusa bile dikte ettirilemeyecek kadar ağır, onur kırıcı ve bir o kadar da uygulanması imkansız maddelerdir. Türk Milleti ve onun bağrından çıkarttığı Boz yeleli Bozkurt Gazi Mustafa Kemal ile kahraman Türk Ordusu tarihin çöplüğünde kara bir leke olarak kalacak bu antlaşmayı süngüsüne takarak bir paçavra gibi Akdenizin  serin sularına gömmüştür. Türk ordusu 37.975 şehit, 31.173 gazisi ile Sevr antlaşmasını doğmadan tarihin tozlu raflarına kaldırmıştır.

Lozan antlaşması; dünün galipleri, bu günün mağlupları tarafından genç Türkiye’nin ve zaferinin tanınması anlamını taşımaktadır. Bu günün bazı kalemşörlerinin dediği gibi Lozan asla bir hezimet değildir! Lozan Antlaşması 24 Temmuz 1923 şartları göz önüne alınırsa tam bir zaferdir! Düşünün ki; genç nüfusun bittiği, elde eskilerin tabiri ile delik kuruşun bile kalmadığı, bir milletin tüm imkanlarını tükettiği bir ulusal kurtuluş harbinin ardından imzalanan bu antlaşma, öyle basit görülecek, ucuz bir kazınım olarak takdim edilecek bir antlaşma değildir. Bazı vekiller tarafından o günün şartlarında Misak-ı Milli’yi aykırı olduğu savı ile görüşme heyeti eleştirilmiştir. Belki o günün şartlarında bu doğru gibi görülebilir. Ama unutulmaması gereken çok önemli bir husus vardır ki bunu,  TBMM başkanı ve Türkiye Ordusu Başkomutanı Mareşal Gazi Mustafa Kemal,  Genel Kurmay Başkanı Mareşal Fevzi ve diğer ordu komutanı paşalar daima kendi aralarında istişare etmişler, ordumuzun hiç kesintisiz 11 yıldır (Trablusgarp,Balkan,Cihan ve Kurtuluş Savaşları) savaşmasının neticesinde muharip gücünün neredeyse yüzde sekseninin kaybettiğini ve kalan askeri gücün ülke sınırlarının mevcut durumunu korumak ve kollamak için bile yetersiz kaldığını gördükleri için, gereksiz maceralar yerine  akıllıca davranmayı uygun görmüşlerdir. Bu öngörünün ne kadar doğru ve isabetli olduğu Musul meselesinde çok net bir biçimde ortaya çıkmıştır.

Lozan anlaşması getirdiği kazanımları ile Türkiye’nin Milleti ve Devleti ile uluslar arası camiada var oluşunun kanıtıdır! 91 inci yılında Milletimize ve ülkemize kutlu olsun!

1 yorum: