24 Ekim 2014 Cuma

SİNSİ DÜŞMAN : KÜLTÜR EMPERYALİZMİ

Bir müzisyen zatın sosyal paylaşım ağındaki sayfasında paylaştığı cura resminin altında yazan sözleri okudum bu gün. Takipçisi olan bir zat cura isimli müzik aletinin Yunanlılar tarafından benimseneceğini, hatta bu gavurların isminide Curalis konabileceğini söylemekte latife babında. Resmin sahibi olan kişinin cevabı evlere şenlik! “Cura bizim değil, müzik evrenseldir. Yunanlılar gavur değil, bizim kardeşlerimiz.” Tamam, kardeşlerin olabilir. Hatta şunu diyorum, öz kardeşin de olabilir. Ama sayın vatandaş, kusura bakma, Cura Türk müzik aletidir. Hatta kaynağını daha da derine indirirsek, Cura Yörüklerin yani konar göçer Türklerin müzik aletidir. Bunun ispatını istersen, buyur gel Burdur iline sana bu konuda yardımcı olacak çok değerli cura yapan ve çalan sanatkarlar ile tanıştırayım.
Türk milleti yazılı tarihin her döneminde kendine has kültürü ile diğer milletlerden ayrı, farklı ve bir o kadar da özgün bir yaşam tarzı sürmüştür. Bozkır yasasının yetiştirdiği ve Orta Asya steplerinin olgunlaştırdığı bu yüce millet daima kendine has kültürü ile çevresindeki ulusları etkilemeyi bilmiştir. Neler yokturki Türkün kadim kültüründe? Savaşı sanata çevirmiştir. Yaptığı harp aletleri ile dünya tarihinde çığır açmıştır. Atlarının koşumları ayrı bir sanat eseridir. Oyunları, eğlenceleri, 5 bin senedir çalınan sazı, sözü ve destanları. Dede Korkut hikayeleri bin yıldır tüm coğrafyalarda okunur. Hoca Nasrettin dünya kültür mirası olmuştur. Zengin damak tadı, Türk Mutfağını haklı bir şöhrete kavuşturmuştur. Bütün bunlar sayılırken pek hoştur ama, iş sahiplenmeye, korumaya gelince ne hikmetse kendimizin olanları korumamak, benimsememek ve hatta onlardan kaçmak gibi bir hastalığımızda vardır.
Düşünün; bu gün dünyanın pek çok konservatuarında Sivaslı Veysel’in yapıtları çalınır.
Gençlerimize sorduğunuzda bırakın üç ozanın ismini bilmeyi, ne kadar ecnebi sanatçı varsa sırasıyla saymakta, ama Türk kültürünü 5 bin senedir omuzlamış, savaşta, barışta, kıtlıkta, bollukta, acıda, sevinçte milletinin sesi, soluğu, nefesi olmuş ozanlarımızı bilmemekteler. Bu acı, acı olduğu kadar düşündürücü bir durum. Tanzimat fermanı ile başlayan, Cumhuriyetin ilk yıllarında biraz azaldığı görülen, ama mavi gözlü, gök yeleli Bozkurt’un yani Atatürk’ün ölümü ile tekrar şiddetlenen kültürel yozlaşma hala son sürat devam etmektedir. Bu gün Türk gençliği bulunduğu coğrafyada adına ister globalizm, ister küreselleşme deyin, şiddetli bir kültür emperyalizmi saldırısı altındadır. Bu saldırı sadece müzik alanında değildir. Adına ister moda deyin, ister alışkanlık, ister çeşitleme. Türk Kültürü yoğun bir saldırı altındadır. Bakınca masum gibi görünen pek çok şeyin aslında bizi biz yapan değerlerden nasıl uzaklaştırdığını, toplumumuza ne kadar yabancılaştırdığını bu gün üzülerek görmekteyiz.
“Her yıl ilk yazda ve kışa girmeden güzde Kağanın adamları ormanların ağaçlarını tek tek sayar ve tasnif ederdi. Bu ağaçlar kağanın izni olmadan kesilemezdi. Tarkanlar (beyler) buyruğu altındaki yerlerdeki halkın iaşesinden ve ibadesinden (konaklamasından) sorumluydu. Her sene yaz başında toplanan kamutayda (meclis) halk kağana ve ak sakallılar meclisine şikayetini doğrudan yapardı.” (Prof.Dr.M.Bahaeddin ÖGEL-İlk Çağ Türk tarihine Giriş) “Ormanlarımdan bir dal kesenin, kellesini keserim!” (Fatih Sultan Mehmet)
Lütfen yukarıda verdiğim iki örneği dikkatlice okuyunuz. İlki Türklerde ağaçların bile milletin malı kabul edilerek nasıl korunduğunu, ikincisinde ise ağacın hakanın yani devlet reisinin şahsında milletin malı oluşunun resmidir! Peki, bu gün aynı kültürü görebiliyor muyuz? Lütfen bunun cevabını siz kendiniz verin! Bırakın ağaç dikmeyi, bırakın yeşile sahip çıkmayı yeşili ve ormanı katleden bir topluma dönüştük! Nereye gitti ormanı koruyan milli bilinç?
Beş bin yıllık yazılı tarihi olan bir millet nasıl değişti? Tarih yazan, coğrafyalar yöneten, kıtalar fetheden bir millet nasıl oldu da ömrünün belki birkaç günü diyebileceğimiz bir sürede kültürel yozlaşmaya teslim oldu?
Kültür emperyalizmi tüm kolları ile gençliği sararken, genç cumhuriyetin kurucuları her yönü ile milli kültürü tesis etme çabasındaydı. Ne oldu da bir anda yokluklar içinde kurulan Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu, Konservatuarlar, Dil tarih Coğrafya Fakültesi gibi Türkiye Cumhuriyetinin temel direkleri bir yana itildi? Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Muzaffer Sarısözen, Türk Edebiyatının bayraklaşan ismi Mehmet Akif Ersoy, Türk Şiirinin çağdaş ozanı Sabahattin Ali neden bir köşe de hatırlanmayı bekliyor? Türkçe şiddetli bir saldırı altında. Öyle ki dilimize her gün ne olduğu belirsiz kelimeler katılmakta. Teknolojisini ve bilimini almamız gereken ecnebi devletlerin neredeyse tüm dini bayramlarını kutlar hale geldik. Tüketim toplumu yaratma gayreti içinde olan emperyalistlerin oyununa geldik, cenneti ayaklarının altına serdiğimiz annelerimizi, varlık nedeni çilekeş babalarımızı bir güne sığdırdık. “Ey Türk kadını, sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlarda yükselmeye layıksın!” dediğimiz kadınlarımızı, anamız, avradımız, bacımız, kızımız dediğimiz kadınlarımızı 365 günde bir güne sığdırdık! Her gün evlerimizde ecnebi yapımı dizileri ile televizyonların esiri olduk! Bizim olanı, bize has olanı unuttuk! Kavalımızı, sazımızı, kopuzumuzu, curamızı…
Bu gün yaptığımız pek çok yanlıştan birisi de şudur ki; 5 bin senelik yazılı tarihimizin belli bir yerini ele alıp, bazı yerlerini atar olduk. Lütfen bu hataya düşmeyelim! Hun ne kadar bizimse, Gök Türk, Karahanlı, Selçuklu, Osmanlı’da o kadar bizimdir! Bizim asıl mücadelemiz her gün evimizin içine kadar giren, her an her yerde karşımıza çıkan Kültür Emperyalizmi ile olmak zorundadır!
Ebedi önder, ulu başbuğ Gazi Mustafa Kemal yolu ve hedefi “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür!” diyerek net bir biçimde çizmiştir. Türk Milleti; kendisini yozlaşarak milli benliğinden uzaklaştırmaya çalışan emperyalistlerin oyunlarını ve tuzaklarını bozarak dilini, kültürünü ve devletini yaşatmak zorundadır.
O halde; ey Türk İstikbalinin evladı bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ve Türk kültürünü ilelebet korumaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarında ki asil kanda mevcuttur!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder